20100729

* Kalp krizi ve Aspirin

http://scrapetv.com/News/News%20Pages/Technology/images/heart-attack.jpgKalp krizi ve Aspirin

 Neden yatağınızın başucunda aspirin olsun?
Kalp krizleri hakkında

Sol kol ağrısı dışında başka işaretleri de var kalp krizinin.. Yoğun ense ağrısı, kusma, terleme de daha seyrek ama gözardı edilmemesi gereken belirtilerden.
  

 Not: Kalp krizinde göğüste illa ki ağrı olacak diye bir şey yok!!.
Uykularında kalp krizi geçiren çoğu (yaklaşık 60%) insan, bir daha uyanamadı. Yine de, yoğun göğüs ağrısı ile de uyanabilirsiniz.
Diyelim ki başınıza geldi, derhal ağzınıza iki aspirin atın bir damla su ile yutun Sonra da:


- Yakında oturan bir akraba ya da arkadaşınızı arayın.
- "kalp krizi!" deyin
- 2 aspirin aldığınızı da söyleyin .
- Mutfak ya da holden bir sandalye alıp giriş kapısına yakın bir yere oturun ve, yardımın gelmesini bekleyin.
~Sakın yere uzanmayın!!!~
Bir kalp cerrahına göre, eğer bu mesajın ulaştığı herkes, en az 10 kişiye dağıtırsa, muhtemelen bir kişini hayatı kurtulabilir.

'Ben öyle yaptım!!' diyor yazan....

* Ağız ve Diş Sağlığı Üzerine

Diş macununu ıslatmayın


http://1.bp.blogspot.com/_oYgi6XUmHiE/SHbQOXtvBnI/AAAAAAAAA-Q/hCKlyUTqNho/s320/Toothbrush.jpgDiş macununu ıslatmayın. Türkiye, ağız-diş sağlığı konusunda sınıfta kalan ülkeler arasında ilk sıralarda...
Doğru bilinen yanlışlar ve önemsenmeyen detaylar ağız sağlığının bozulmasına neden oluyor.
Yemeklerden hemen sonra dişleri fırçalamak besinlerdeki asitlerin ağızda dağılmasına neden olduğu için dişleri zayıflatıyor. Dişleri yemeklerden en AZ bir saat sonra fırçalamanın daha uygun olduğunu söyleyen Memorial Etiler Tıp Merkezi Diş Hastalıkları Bölümü'nden Dt. Hacer Esved Alireisoğlu, Türkiye'de ağız ve diş sağlığına yeterince önem verilmediğini söyledi ve bu konuda sık yapılan hataları şöyle sıraladı:

 -DİŞ MACUNUNU ISLATMAYIN

Diş macununun bilinenin aksine suyla ıslatılmaması gerekir. Islanan diş macunu etken maddesini kaybeder. Diş macunu leblebi tanesi büyüklüğünde kullanılmalıdır. Unutmayalım ki diş macunu sadece diş fırçalamayı kolaylaştırıcı bir ajandır.

"NE KADAR UZUN FIRÇALARSAM O KADAR İYİ" DİYE DÜŞÜNMEYİN “Diş temizliği hakkında bilinen yanlışlardan biri de dişleri uzun süre ve sert şekilde fırçalayarak daha çok bakteri öldürüldüğü inancıdır. Yapılan araştırmalar iki dakikayı aşan fırçalamanın daha çok bakteri öldürmediğini gösteriyor. Dişlerin günde en AZ bir kez iki dakika süreyle çok sert olmadan fırçalanması ve diş ipi kullanımıyla ideal bir diş temizliği sağlanabilir. Sigara, çay ve kahve tüketimi fazla olanlarda meydana gelen dil pası kokuya neden olabilir. Bu durumda dişler fırçalandıktan sonra dili de fırçalamak gerekir.

ARITICI GIDALAR TÜKETİN

Doğal diş fırçası olarak bilinen elmanın yanı sıra çiğ havuç, patlamış mısır ve kereviz özellikle yemek aralarında tüketildiğinde mekanik bir temizlik sağlayacaktır.

ELMA SİRKESİYLE GARGARA YAPIN

Sabahları elma sirkesiyle gargara yapın ve sonra dişlerinizi fırçalayın. Sirke, lekelerin yok olmasına, dişlerinizin beyazlamasına ve
dişetlerinizdeki mikropların ölmesine yardım eder.

AĞIZ KOKUSU İÇİN KAHVE ÇEKİRDEĞİ ÇİĞNEYİN

Ağız kokusu gündelik yaşamda insanı sosyal ve psikolojik olarak etkileyen bir rahatsızlıktır. Kötü ağız kokusu, hem kişiyi etkiler hem de çoğu zaman mahcubiyete sebep olur. Ağız boşluğunda yaşayan bakterilerin artıkları olan sülfürlü bileşikler kötü kokuya yol açar. Kahve çekirdeği çiğnemek bu sülfür bileşenlerini ortadan kaldırır.

KEYİFLİ BİR KEŞİF "KAKAO"

Kakao çekirdeğindeki antibakteriyal içerik nedeniyle, çikolata dişlere zarar vermiyor. Şekerlemeler ise dişlerin baş düşmanı. Meyve sularındaki asit ise her türlü dişe zararlı. Aynı şekilde laktoz içeren süt de, diş çürüklerine yol açıyor.

YEMEĞİ PEYNİRLE SONLANDIRIN
Meyve suları, tatlılar, sert kıvamlı şekerler, karamel, muz gibi yiyecekler dişlerde çürük oluşturma riskini artırıyor. Tatlı yedikten sonra süt, ayran içmek ve peynir yemek, şekerin ve ortaya çıkan asidin zararlı etkilerini önler. Ph seviyesini kontrol ettiğinden dişler için koruyucu kalkan oluşturur.

20100727

* Şeker ve bal

* Altın çilek

Altın çilek

Hem antiaging hem zayıflatma sözü olan meyve altın çilek.

Altın çilek - Hem antiaging hem zayıflatma sözü olan meyve altın çilek.


Son zamanlarda süslü kadınlar güneş gözlüklerini takıp soluğu Mısır Çarşısı`nda alıyorlar. Amaçları altın çilek almak. Çünkü altın çileğin tok  tutup zayıflatma özelliği var. Bir de anti aging yapıyor çünkü içi ağzına kadar antioksidan dolu. Peki ne bu altın çilek?
Altın çilek ürünü solanaceas ailesine ait olup yuvarlak ve 5-7 gram ağırlığında. Çapı yaklaşık 2 cm. Altın çilek taze iken doğal, kağıtımsı, sarımsı, bir kabuk ile kaplıdır ve yenilebilmesi için bu kabuğun çıkarılması gerekiyor. Tadı biraz mayhoş ve değişik.
Altın çilek, pürüzsüz, kolay şekil alan, parlak ve turuncu-sarı bir dış yüzeye sahip. Aynı zamanda, özü suludur ve içerisinde çok ufak açık sarı çekirdekleri var. Dinlendirildiğinde tadı tatlılaşan Altın çilek taze olarak kurutuluyor ve tek başına tüketilebilineceği gibi meyve, sebze salataları ve diğer ürünlerle de tüketilinebilir.
Tavsiye edilen tüketim günde 7-8 adet. BU miktarda altın çilek tüketildiği vakit açlık hissinin azaldığı söleniyor. Altın çileği tüm aktarlarda bulabilirsiniz. Kilosu 60 TL.





İşte ‘Altın Çilek’ faydaları:


· Diyabet (Şeker) hastalarına faydalıdır.


· Sindirim sistemindeki parazitleri yok eder.


· Dünyanın en zengin lif oranına sahip meyvesidir.


· Kilo vermeye yardımcıdır.


· C vitamini oranı yüksektir.


· Yüksek miktarda antioksidan ihtiva eder.


· Kanı arındırır.


· Görme sinirlerini yapılandırır.


· Prostat ve boğaz hastalıklarının tedavisinde kullanıldığında olumlu etkiler yaratır.


· Kan dolaşımını düzenler.


· Potasyum değeri yüksektir.


· Metabolizmayı hızlandırır.


· Kalorisi azdır.


· İdrar sökücüdür.


· Cilt kanserini önler.


· Cildi gererek, yaşlanmayı geciktirir.


İlaç sanayinde kullanılan Altın Çilek tüm seçkin kuruyemiş ve aktarlardan kilosu 60 liraya temin edilebilir.



Haber : Trendus Özel








GAZETE VATAN

* Şeker yiyen çocuklar dikkat!

Şeker yiyen çocuklar dikkat!
Türk Tabipler Birliği Beslenme Komisyonu Başkanı Prof. Kenan Demirkol uyarıyor...

Mine Şenocaklı


TÜRK TABİPLER BİRLİĞİ BESLENME KOMİSYONU BAŞKANI PROF. KENAN DEMİRKOL UYARIYOR: (3) ŞEKER YİYEN ÇOCUKLAR 12 YAŞINDA YAŞLANIYOR

Tip 2 Diyabet pankreas organının bir tükenme hastalığıdır. Geçmişte bu hastalık yaşlılarda görülürdü. Ama artık aşırı şeker tüketimine bağlı olarak 12 yaşındaki çocuklarda bile şeker hastalığı oluşuyor. Oysa sağlıklı beslenmenin temel taşlarından biri şekere hiç yer vermemektir. Şeker tamamen bir damak alışkanlığıdır!

Hocam, çocuklar ne kadar meyve ve şeker tüketmeli? Biz yetişkinler için günde 8 kesme şekeri ya da 200 gram çok şekerli meyve sınırı getirmiştiniz. Onlar için de sınır var mı?

Bir kere illa şeker yiyeceksek bunu olabildiğince meyve ve baldan almalıyız. Öncelikle bunu vurgulamakta yarar var. Onun dışında küçük bebekler hariç, 4-5 yaşından itibaren erişkinlerde uyguladığımız sınırı çocuklar için de uygulayabiliriz. Burada “Çocuk bedeni erişkinden 5 kat daha küçük olduğu halde nasıl oluyor bu?” diye bir soru gelebilir aklınıza. Çünkü çocuk çok hareketli olduğu için aldığı şekeri o anda enerji olarak daha fazla oranda tüketebilir.

Tam da bu yüzden çocukların enerjiye daha fazla ihtiyacı var diye, bol bol meyve ve hatta şeker yemeleri doğru gibi kabul ediliyor oysa...

Bu asla doğru değil. Taş devri döneminde insanlar hayvan avlıyor ve bitki topluyor. Şeker sadece meyvede var. Meyve ise esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir besin maddesine, o oranda zararlı hale geliyor. O dönemlerde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe insanoğlu şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Günümüzde kan şekeri ortalama 90 ve 100’lerde. 100 zaten şeker hastalığı sınırı. Yani biz tehlikeli bir şekilde sınırda dolaşıyoruz. Biliyorsunuz, iki türlü şeker hastalığı var. Bir doğumsal, genetik özelliklerle alâkalı Tip 1 Diyabet. Bir de sonradan edinilen Tip 2 Diyabet. Tip 2 Diyabet pankreas organının bir tükenme hastalığıdır. Geçmişte bu hastalık yaşlılarda görülürdü. Ama artık aşırı şeker tüketimine bağlı olarak 12 yaşındaki çocuklarda bile pankreas tükenebiliyor ve şeker hastalığı oluşuyor. Oysa sağlıklı beslenmenin temel taşlarından biri şekere hiç yer vermemektir. Şeker tamamen bir damak alışkanlığıdır...

Çocuk şeker yeme tercihini meyve ve bal lehine kullanmalı dediniz...

Evet. Ama günde sekiz kesme şekeri kadar şeker dedik ya, kahvaltıda yediği bir tatlı kaşığı bal da bu hesaba dahil edilmeli... Biz kahvaltıda bir tatlı kaşık balı özellikle öneriyoruz. Çünkü çok iyi bir antioksidan. Bu yüzden kalkıp da çayımıza şeker koyacağımıza bir milyon kere balı tercih etmeliyiz. Baldaki bir tatlı kaşığı sınırı ise çok fruktoz içermesi yüzünden... Daha önce fruktozun zararlarını anlatmıştık. Damar sertliğine, kalp hastalığına yol açıyor. Balın ise şekerinin neredeyse tümü fruktozdur. Bal az miktarda da aynı faydalı etkiyi gösterdiği için bir tatlı kaşığından fazlası yedirilmemeli çocuğa. Tabii yetişkinler için de geçerli bu sınır.

YEREL ÜRET, YEREL TÜKET!

Peki sabah bir tatlı kaşığı bal yediyse çocuk, o günkü meyve ve şeker hakkından ne kadarını düşmeliyiz?


Günlük meyve hakkından üçte bir oranında düşmemiz gerekiyor. Mesala elma, portakal, şeftali, armut gibi orta şekerli meyvelerden 300 gram yeme hakkı olduğuna göre, bunu üçte bir oranında düşürmemiz gerekiyor. Yani geriye 200 gram meyve hakkı kalıyor. Bu hak da iri bir şeftali, iki küçük elma kadardır. Çok şekerli meyvelerden ise orta boy bir muz ya da bir küçük salkım üzümdür. Bir tatlı kaşığı bal, yaklaşık 7-8 gramdır. Aşağı yukarı bir kesme şekeri 4 gram olduğuna göre, 2 kesme şekeri kadar ediyor. Ama bu miktar günlük 8 kesme şeker ölçüsünün 4’te biri olduğu halde, bal fruktoz ağırlıklı olduğu için günlük şeker miktarından 3’te 1 oranında düşüş yapmalıyız.

Peki hocam çocuklara özellikle hangi meyveyi önerirsiniz?

Öyle tek bir meyve yok. Ama mutlaka yörenin meyvesi olmalı. Çünkü biyolojik bir ortamda yaşıyoruz. Şu anda İstanbul’da olduğumuza göre biz Marmara, Trakya insanıyız. Biyolojik çevremizde yetişen meyve ve sebze neyse bize en uygun gelen de odur. Yani mesela Bursa yöresinde yetişen şeftali Marmara Bölgesi insanı için bulunmaz bir mevyedir. Çünkü biz bu biyolojik ortamın insanıyız ve şeftali de bu biyolojik ortamın meyvesi. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bürosu’nun Avrupa ülkelerinde uyguladığı CİNDY Projesi var. Bu projenin açılımı, Kronik Hastalıklara Karşı Korunma Projesi. Projenin temeli ise, “Yerel üret yerel tüket” cümlesiyle özetlenebilir. Burada birkaç tane üstünlük ortaya çıkıyor. Biri, aynı biyolojik ortamın üstünlüğü. İkincisi, nakil mesafeleri kısalacağı için meyvenin dalında olgunlaşmasına fırsat verilmiş olması. Halbuki Güney Amerika’dan ithal edilen muz, ham, yemyeşil bir şekilde toplanıyor ve gemi ambarlarında olgunlaşıyor. Güneş altında, dalında olgunlaşan bir meyve mi makbuldür yoksa gemi ambarında mı? Elbette dalında olgunlaşan. Çünkü ancak dalında olgunlaşmış bir meyve, o meyveden almak istediğimiz antioksidan, vitamin ve minerallere sahiptir. Üçüncü üstünlük de, bugün dünyada kullanılan tüm enerjinin yaklaşık yüzde 7’si gıda nakline harcanmaktadır. Bunun atmosferimize sağladığı karbondioksit ayak izini bir düşünün lütfen!

Bir çocuk ne kadar şeker ve meyve yemeli?

Hocam, ilk günkü söyleşimizde yetişkinler için vermiştik ama madem çocuklar da aynı miktarda şeker veya meyve yiyebilir dediniz, kısaca bir kez daha tekrarlayabilir miyiz? Meyve ve şekerde sağlık sınırı nedir?

Meyveleri, az şekerli, çok şekerli ve orta şekerli diye kabaca üçe bölmemiz mümkün. İlkbahar meyveleri, kiraz, vişne, erik ve bir dereceye kadar kayısı az şekerli meyveler arasına giriyor ve başka hiç şeker tüketmediğimiz takdirde, günde 400 gram bu meyvelerden yiyebiliriz. Elma, armut, şeftali, portakal ve mandalina orta şekerli meyveler sınıfına giriyor. Bunlardan da 300 gram yiyebiliriz. Ama yine çayımıza, kahvemize hiç şeker koymamış, sabah kahvaltıda bal ya da reçel yememiş olmak koşuluyla. Eğer yediysek onları da bu miktardan düşmek gerekir. İncir, muz ve üzüm gibi çok şekerli meyvelerden ise günde en fazla 200 gram yiyebiliriz. Yani yaklaşık olarak 3-4 incir, bir muz gibi...

Peki ya karpuz ve kavun?

Karpuz az şekerli meyve sınıfına giriyor. Kavun da az şekerli ile orta şekerli arasında... Karpuz da kavun da bir dilim yenmelidir. Ama ben hiç bir dilim karpuz yiyen insan görmedim şimdiye kadar. Bir kilodan aşağı kimse yemiyor. Halbuki en fazla 400 gram yenmelidir. Bir dilim karpuz ise aşağı yukarı 400 gram. Bundan fazlası sağlığa zararlı! Çocuk için de erişkin için de...

GAZETE VATAN

20100718

* 10 Reasons to Stop Eating Beef (and other Fast Food) -- Sığır eti ve 'fastfood' un zararları

10 Reasons to Stop Eating Beef (and other Fast Food)
by Jonathan Campbell
Beef-eating is portrayed in the U.S. almost as a patriotic endeavor. Our favorite sports heroes - from Michael Jordan to Drew Bledsoe - are featured in McDonalds ads and toys. We are literally bombarded with ads for McDonalds, Burger King, and Wendy's. But there is something very odd about all this. There are hints (or front page headlines) telling us that there is something wrong with all this beef consumption.
In fact, a quick study of the issues surrounding beef consumption finds some very disturbing facts:
1. Beef contains significant quantities of the most toxic organic chemical known - dioxin. This chemical is toxic in the trillionths of grams. (A trillionth of a gram, called a picogram, is one million millionth of a gram. A gram is about 1/30th of an ounce.) Dioxin has been linked to cancer, endometriosis, Attention Deficit Disorder (hyperactivity in children), reproductive systems defects in children, chronic fatigue syndrome, immune system deficiency, and rare nerve and blood disorders. A single hamburger (a little less than 1/4 lb, or 100 grams) contains up to 100 picograms of dioxin. That is 300 times as much as the EPA says is "acceptable" for a daily dose for an adult! There are some scientists who say that there is no acceptable dose; they say that any dose can cause toxic effects, because dioxin is a hormone disrupting chemical which changes the functioning of our cells, against which we have no defense. The dioxin comes from microscopic particles of ash from incinerators that have settled on grass and crops eaten by the beef cattle, pigs, and chickens. All farm animals are affected - even herds grown on "all-natural" feed. See dioxin.
2. The huge amount of beef that we consume, in combination with the usual side-orders of other fatty foods (such as french fries) and caffeine and refined sugars (cola beverages) appears to be one of the major causes of obesity in the U.S. and Europe. Beef is "dumped" into our schools by the beef industry and the USDA - beef producers are paid by the government for "surplus" beef (the vast amount they cannot sell) which is subsequently "donated" to school lunch programs, helping our children to get hooked on this unhealthy food.
3. Beef production is the major cause of the destruction of the world's rainforests. The high price of beef encourages ranchers to burn the forest to create new rangelands. The fragile, thin rainforest soil cover is quickly destroyed by grazing in 1-2 years, and the ranchers move on to burn another area, in a never-ending cycle of destruction. Thousands of species of plants and animals have already been destroyed forever, as well as straining the earth's ability to convert carbon dioxide into oxygen. At current rates, the rainforests will be totally destroyed in 30-50 years.
4. Beef production is the major cause of "desertification" around the world - the rapid degradation of marginal, low-rainfall soil areas into desert. The constant pounding of the hoofs of cattle disturbs and eventually destroys the delicate root systems which keep the topsoil layer intact. Erosion by winds or storms removes the topsoil, leaving the sand or clay subsoil layer behind.
5. Beef production is a serious social justice issue. Beef cattle and their grazing land take up nearly a quarter of the land mass of the earth, to supply beef to the U.S., Europe, and Japan. About one third of the world's grain harvest is used for feed for cattle instead of food for people. In the U.S., that figure is over 70 percent. It takes 16 pounds of grain to produce a single pound of beef. This, in a world where nearly a billion people lack enough food, is unjust. Beef production for the developed parts of the world is severely limiting the amount of food available for people in the poor and developing world.
6. Beef can harbor a deadly new germ, called e. coli O157:H7. This new germ is now a major cause of serious food poisoning. Beef and dairy cattle can carry the germ with no apparent adverse health effects. The germ, found in cattle feces, has contaminated beef and produce grown with cow manure. So far it has killed dozens of people and sickened thousands. In August, 1997, 25 million pounds of beef were recalled, the largest food recall in the world's history, because of O157:H7 contamination of beef destined to Burger King restaurants. The precautions against the germ - including cooking to 160º F (71º C) - reveals a disgusting side of beef production - there is no way to prevent fecal contamination during slaughter. See O157:H7.
7. The consumption of beef and fast food "restaurants" that promote it have created a new, super-exploitative work environment. High school students and people in poverty have learned an old social order - the sweatshop. The frenetic pace of a McDonalds or Burger King at lunch or dinner time is easily a match for the non-unionized factories and garment shops of the '20s in the U.S. (or most developing countries today). But this is the modern U.S. sweatshop, where we are all members of a "team" working for the common good - minimum wages and windfall profits.
8. Beef consumption has created a self-perpetuating and rapidly-expanding distortion of local economies all over the world. As more McDonalds "restaurants" are established and beef consumption rises, more arable land is consumed for grazing and cattle feed. In developing countries, the local economy changes from one based on local food markets and trade to one based on beef exports, enriching a few wealthy landowners and merchants and impoverishing the rest.
9. The "fast-food" industry giants that promote beef - McDonalds, Burger King, and Wendy's - have created and encouraged an artificial, plastic, uniform, standard "restaurant" environment that, because of their powerful advertising media, discourages diversity and local and ethnic culture in restaurants and in food choices. Beef - served as hamburgers - has been the driving force for this shift in how we view food and eating in the U. S.
10. The beef "fast-food" industry, notably McDonalds and Burger King, especially targets children in its marketing. As a result, millions of children (and in many cases, their parents) associate eating at those "restaurants" as a fun, positive, healthful eating experience. Obesity and other afflictions associated with excess animal fat intake and sedentary lifestyle are now affecting young adults and children in increasing numbers.
Sources: 1994 EPA Dioxin Reassessment, Dying From Dioxin by Lois Gibbs, Beyond Beef by Jeremy Rifkin, fact sheets from the McLibel case (Great Britain), Diet For A Small Planet by Francis Moore Lappe, Mother Jones magazine.
(Download a MS-Word 6 version for community organizing)