20101022

* Aspirinin azı da kolon kanserinden koruyor

Aspirinin azı da kolon kanserinden koruyor

http://scrapetv.com/News/News%20Pages/Health/Images/aspirin-bottle.jpg WASHINGTON -AA- Kalp krizi ve felci önlemek amacıyla yıllardır düşük dozda aspirin kullanan gönüllülerde, kolon kanseri gelişme riskinin de ciddi düzeyde düştüğü anlaşıldı. 
İngiltere'de yapılan araştırmadan elde edilen sonuçlara göre aspirin alımı, kolon kanserine yakalanan hasta sayısını dörtte bir oranında azaltıyor, kolon kanserinden ölümleri de üçte bir oranında düşürüyor. Araştırma bulguları, Lancet tıp dergisinde yayımlandı. 
Aspirinin, günde en az 500 miligram gibi yüksek dozlarda alımının kolon kanserine karşı önleyici olduğu biliniyordu, ancak bu ilacın kanama ve mide sorunları gibi yan etkilerinin bulunmasından ötürü, zararı, yararının önüne geçebiliyordu. Ancak şimdi, düşük düzeyde, bebeklere tavsiye edilen günlük dozun da kolon kanserine karşı işe yaradığı anlaşıldı. Buna karşın aynı yan etkiler, düşük dozlarda da kaygı nedeni. 
Kolon kanseri, gelişmiş ülkelerde, akciğer kanserinden sonraki en yaygın kanser türü. Dünyada her yıl 1 milyon yeni kolon kanseri vak'ası belirleniyor ve bu hastalıktan yılda 600.000 kişi ölüyor. Bir insanda bu hastalığın gelişme ihtimali yüzde 5. 
Oxford'daki John Radcliffe Hastanesinden Peter Rothwell ve meslektaşları, aspirinin kalp hastalıklarına karşı önleyici olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılmış olan ve İngiltere ile İsveç'ten yaklaşık 14.000 gönüllüyü kapsayan 4 büyük araştırma üzerinde inceleme yaptı. 
18 yıl süren gözlemleri kapsayan bu araştırmalarda gönüll ülerin yarısı düşük dozda aspirin kullanmıştı. Araştırmacılar, gönüllülerin y üzde 2,8'inde kolon kanseri oluştuğunu belirledi. Araştırma verilerinden, düşük dozda 6 yıl boyunca aspirin kullanımının kolon kanseri oluşumu riskini yüzde 24 azalttığı, hastanın kolon kanserinden ölme riskini de yüzde 35 oranında düşürdüğü belirlendi. 
Fransa'da, Bobigny'deki Avicenne hastanesinden Dr. Robert Benamouzig and Dr. Bernard Uzzan, araştırma ile ilgili yazdıkları yorumlarında, bu çalışmanın, en azından kolon kanserinin yaygın olduğu ülke veya bölgelerde kliniklerin, aspirini, önleyici olarak kullanmalarına yönelik bir yol açabileceğini belirtti. Özellikle ailesinde kolon kanseri geçmişi olanların veya kendisinde daha önce folip belirlenmiş hastaların aspirin kullanımı öneriliyor. 
Dr. Robert Benamouzig, yan etkilerinden ötürü aspirini sadece, yüksek risk grubuna girenlere tavsiye edilebileceğini kaydetti. Doktorlar, kolon kanserine karşı önleyici aspirin kullanımı için bir kılavuz geliştirilmesinin, bu alanda atılabilecek ikinci adım olduğunu belirtti. Hastaların, doktor denetimi olmadan kendi başlarına aspirini bu amaçla kullanmaları tavsiye edilmiyor. 
Aspirinin yüksek dozlarda ve uzun süreli kullanımı sonucunda mide ve bağırsak tahrişi meydana gelebiliyor, lezyona ve ciddi kanamalara yol açabiliyor. 
Aspirinin, meme, mide, yemek borusu ve kolon kanseri ile bağlantılı bir enzimin üretimini engelleme yoluyla kansere karşı koruyucu olduğu düşünülüyor.

* Aspirinin azı da kolon kanserinden koruyor

 Aspirinin azı da kolon kanserinden koruyor

23 Ekim 2010 Cumartesi 00:45

WASHINGTON -AA- Kalp krizi ve felci önlemek amacıyla yıllardır düşük dozda aspirin kullanan gönüllülerde, kolon kanseri gelişme riskinin de ciddi düzeyde düştüğü anlaşıldı.
İngiltere'de yapılan araştırmadan elde edilen sonuçlara göre aspirin alımı, kolon kanserine yakalanan hasta sayısını dörtte bir oranında azaltıyor, kolon kanserinden ölümleri de üçte bir oranında düşürüyor. Araştırma bulguları, Lancet tıp dergisinde yayımlandı.
Aspirinin, günde en az 500 miligram gibi yüksek dozlarda alımının kolon kanserine karşı önleyici olduğu biliniyordu, ancak bu ilacın kanama ve mide sorunları gibi yan etkilerinin bulunmasından ötürü, zararı, yararının önüne geçebiliyordu. Ancak şimdi, düşük düzeyde, bebeklere tavsiye edilen günlük dozun da kolon kanserine karşı işe yaradığı anlaşıldı. Buna karşın aynı yan etkiler, düşük dozlarda da kaygı nedeni.
Kolon kanseri, gelişmiş ülkelerde, akciğer kanserinden sonraki en yaygın kanser türü. Dünyada her yıl 1 milyon yeni kolon kanseri vak'ası belirleniyor ve bu hastalıktan yılda 600.000 kişi ölüyor. Bir insanda bu hastalığın gelişme ihtimali yüzde 5.
Oxford'daki John Radcliffe Hastanesinden Peter Rothwell ve meslektaşları, aspirinin kalp hastalıklarına karşı önleyici olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılmış olan ve İngiltere ile İsveç'ten yaklaşık 14.000 gönüllüyü kapsayan 4 büyük araştırma üzerinde inceleme yaptı.
18 yıl süren gözlemleri kapsayan bu araştırmalarda gönüll ülerin yarısı düşük dozda aspirin kullanmıştı. Araştırmacılar, gönüllülerin y üzde 2,8'inde kolon kanseri oluştuğunu belirledi. Araştırma verilerinden, düşük dozda 6 yıl boyunca aspirin kullanımının kolon kanseri oluşumu riskini yüzde 24 azalttığı, hastanın kolon kanserinden ölme riskini de yüzde 35 oranında düşürdüğü belirlendi.
Fransa'da, Bobigny'deki Avicenne hastanesinden Dr. Robert Benamouzig and Dr. Bernard Uzzan, araştırma ile ilgili yazdıkları yorumlarında, bu çalışmanın, en azından kolon kanserinin yaygın olduğu ülke veya bölgelerde kliniklerin, aspirini, önleyici olarak kullanmalarına yönelik bir yol açabileceğini belirtti. Özellikle ailesinde kolon kanseri geçmişi olanların veya kendisinde daha önce folip belirlenmiş hastaların aspirin kullanımı öneriliyor.
Dr. Robert Benamouzig, yan etkilerinden ötürü aspirini sadece, yüksek risk grubuna girenlere tavsiye edilebileceğini kaydetti. Doktorlar, kolon kanserine karşı önleyici aspirin kullanımı için bir kılavuz geliştirilmesinin, bu alanda atılabilecek ikinci adım olduğunu belirtti. Hastaların, doktor denetimi olmadan kendi başlarına aspirini bu amaçla kullanmaları tavsiye edilmiyor.
Aspirinin yüksek dozlarda ve uzun süreli kullanımı sonucunda mide ve bağırsak tahrişi meydana gelebiliyor, lezyona ve ciddi kanamalara yol açabiliyor.
Aspirinin, meme, mide, yemek borusu ve kolon kanseri ile bağlantılı bir enzimin üretimini engelleme yoluyla kansere karşı koruyucu olduğu düşünülüyor.

20101015

* Eklemlerde ağrı ve şişliğe dikkat

Eklemlerde ağrı ve şişliğe dikkat

Eklemlerde ağrı ve şişliğe dikkat

Eklemlerde ağrı ve şişlikle kendini gösteren romatoid artrit hastalığı daha çok kadınları etkiliyor ve tedavi edilmezse bir ömür sürebiliyor.

Eklemlerde ağrı ve şişlikle kendini gösteren ve daha çok kadınları etkileyen romatoid artritin erken teşhis edilmesi halinde hastalığın ilerlemesinin durdurulabildiği belirtildi.

Antalya'da düzenlenen 11. Ulusal Romatoloji Kongresinde, hastaların yaşam kalitesini son derece olumsuz etkileyen romatoid artrit ile ilgili gelişmeler değerlendirildi.

Düzenlenen basın toplantısında konuşan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vedat Hamuryudan, romatoid artritle ilgili bilgi verirken hastalığın daha çok kadınlarda görüldüğünü belirtti.

Romatoid artritin iltihaplı romatizmal bir hastalık olduğunu, daha çok eklemleri tuttuğunu ifade eden Prof. Dr. Hamuryudan, “Bu hastalık geldi mi gitmez ve bir ömür boyu sürer. İş gücü kaybı ve sakatlığa yol açar. Türkiye'de binde 36 gibi bir oranda görülüyor. Daha çok 30-50 yaş arasındaki kişileri etkiliyor. Hastalarda yaşam beklentisi 3-18 yıl arasında azalıyor. Hastaların yüzde 50'si 10 yılda çalışamaz hale geliyor” dedi.

Hastalığın eklemlerde ağrı ve şişliğin yanı sıra yorgunluk, özellikle sabahları eklemlerde hareketsizlik ile kendini gösterdiğini vurgulayan Prof. Dr. Hamuryudan, “Hastalığı erken dönemde yakalamak çok önemli. Uygun tedavi ile hastalığın belirti ve bulguları düzelir, eklem harabiyeti yavaşlar ve yaşam kalitesi artar” diye konuştu.

Diğer konuşmacılar

Berlin Humboldt Charite Üniversitesi Hastanesi Romatoloji ve Klinik İmmünoloji Bölüm Direktörü Prof. Dr. Gerd Burmester de tedavi edilmediği takdirde hastaların yüzde 50'sinin zamanla iş görmez hale geldiğini belirterek, iyi bir tedavi uygulanması durumunda riskin en aza indirileceğini söyledi.

Romatoid artritin zor ve pahalı bir hastalık olduğunu ifade eden Burmester, “Hasta zamanla giyinemez, kapıyı bile açamaz hale gelebilir. Bu hastalık tüm yaşam boyu sürer, kroniktir” dedi.

Yapılan bir çalışmaya göre, 30'lu yaşların sonunda başlayan hastalığın tanısının ancak üç sene sonra konulabildiğini belirten Burmester, “Hastaların bir kısmı tedaviye rağmen ağrı çekiyor. Hastalık, hastaların yaşamını kontrol altına alıyor” diye konuştu.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve Romatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hasan Yazıcı da romatoid artritin tüm dünyada 0,5 oranında görüldüğünü, bunun ıstırap veren, hatta ölüme yol açabilen bir hastalık olduğunu söyledi.

Yazıcı, Türkiye'deki romatolog sayısının yetersizliğine de değinirken, bazı fakültelerde bu bilim dalının gelişmesi için yeterli çabanın gösterilmediği eleştirisini dile getirdi.

Soruları yanıtladılar

Basın toplantısına katılan uzmanlar daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtladılar.
Prof. Dr. Burmester, romatoid artritin tanısının neden üç yıl sürdüğü yönündeki soru üzerine, hastalık belirtilerinin başlarda az olması nedeniyle hastaların çoğunun doktora gitmediğini, 'kendi kendine geçer' diye düşündüğünü, hastalığa ilk döneminde tanı koymanın bu nedenle zorlaştığını söyledi.

Hastaların genellikle hastalığı bilmediği için pratisyen hekimlere başvurduğunu, bu hekimlerin de hastalıkla ilgili yeterli bilgisi olmadığı için tanı koyamadığını anlatan Prof. Dr. Burmester, hastaların bazı ülkelerde romatologlara ulaşabilmelerinin zaman aldığını, hastalığın da bu dönemde ilerlediğini belirtti. Burmester, bu nedenle romatoid artritle ilgili kamuoyunun bilgilendirilmesinin son derece önem taşıdığını söyledi.

Bir başka soru üzerine Burmester, hastalığın enfeksiyonlarla ilişkili olduğunu ortaya koyan henüz bir bulgu olmadığını, ancak bu konuda araştırmaların devam etmesi gerektiğini kaydetti.
Hiç romatolog bulunmayan illerimiz var

Prof. Dr. Hamuryudan, hastalığın erken tanısı için dikkat edilmesi gereken unsurlarla ilgili bir soru üzerine, erken teşhis için kanda bazı etkenlerin arandığını, şişlik ve ağrı oluştuğunda ise hastalığın çoktan ortaya çıktığını kaydetti. İlaç tedavisi için hastalığın belirti vermesinin beklendiğini vurgulayan Prof. Dr. Hamuryudan, “Romatoid artrite benzeyen ya da bunu taklit eden hastalıklar var. Bu nedenle hastalığın kesin teşhisi için üç ay bekleniyor, üç ay içinde geçmezse tedaviye başlanıyor, ancak tedavisi için üç ayın geçirilmemesi lazım” uyarısını dile getirdi.

Prof. Dr. Hamuryudan, Türkiye'de romatolog sayısının yetersizliğine de işaret ederek, “Ülkemizde 200 civarında romatolog bulunuyor. Bunların dağılımı da iyi değil. Hiç romatolog bulunmayan illerimiz var. Bu nedenle hastaların romatologa ulaşması zaman alıyor” ifadesini kullandı.

Vedat Hamuryudan, romatoid artritin sedef hastalığı ile ilişkisinin sorulması üzerine de, sedef hastalarında sıklıkla iltihaplı romatizma görüldüğünü, ancak sedef artritinde romatoid artritindeki gibi kanda antikorların görülemediğini bildirdi.

Prof. Dr. Hamuryudan bir başka soru üzerine, hastalığın kadınlarda daha sık görülmesinin nedenleri ile ilgili bir bulguya sahip olmadıklarını, ancak hamilelik döneminde romatoid artritin şiddetinin azaldığını, emzirme döneminde ise hastalığın nüksettiğini söyledi. Hamuryudan, doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda da hastalığın az da olsa şiddetinin azaldığını ifade etti.

20101008

* Diyetsiz kilo vermenin 12 sırrı




http://www.drams.co.in/images/nutrition.jpg 

Diyetsiz kilo vermenin 12 sırrı

Besinleri yavaş çiğneyin

Zamanınız olmasa bile tabaktaki yemekleri hızlı yemekten vazgeçin. Ana öğünleriniz en az 15 – 20 dakika sürmeli. Çünkü beynin ‘tokum’ sinyalini vermesi için yaklaşık bu kadar süreye ihtiyacı var. Eğer besinleri hızla çiğnerseniz kontrolünüzü yitirerek bu süre içinde daha fazla yemek tüketme riskiyle karşı karşıya kalırsınız.

Her öğünden önce su için

Her gün 1.5 – 2 litre su içmeyi alışkanlık haline getirin. Gün içinde düzenli olarak tüketeceğiniz su metabolizmanızı hızlandırmak gibi önemli bir işlev üstleniyor. Ancak bu özelliğinden faydalanmak için suyu gün içine yayarak içmeniz şart. Eğer akşam su içmediğinizi fark edip bolca tüketmeye kalkarsanız, sık sık tuvalete gitmek dışında hiçbir değişiklik sağlayamazsınız. Bu nedenle her öğün öncesinde bir bardak su içmelisiniz. Böylece hem açlık hissinizi azaltarak gereksiz atıştırmalardan korunmuş, hem de günde en az 6 bardak su içmeyi garantilemiş olursunuz. Yemek yerken su tüketiminden ise kaçının, aksi halde mide hacmini artırmış olursunuz ki bu da daha fazla besin tüketmeniz anlamına geliyor. Yemekten sonra su içmek için en az 1 – 1.5 saat geçmiş olmalı. Çünkü mide boş iken su, doğrudan bağırsaklara karışıyor ama besinle karıştığında mideyi genişletmekten başka bir işlev üstlenmiyor.

Sebzeye ağırlık verin


Ana öğünlerinizden birinin mutlaka sebze ağırlıklı olmasına dikkat edin. Böylelikle hem bağırsakların daha hızlı çalışmasını sağlar, hem de daha az kalorili bir menüye sahip olursunuz. Örneğin ana öğününüzde et ve makarna yerseniz sebzeden çok daha fazla enerji alabilirsiniz. Ancak sebzeler bir porsiyon ete göre neredeyse dörtte biri kadar enerjiye sahip olsalar da, hemen hemen aynı derecede tokluk sağlarlar. Örneğin etin sindirimi 3 – 4 saat sürüyorsa, sebzenin sindirimi 2 saat kadar sürer. Fakat sebzeyi bir dilim ekmekle desteklerseniz, etli menü kadar uzun süre tok kalabilirsiniz. Bu nedenle gün içinde minimum 2 -3 porsiyon sebze, yine aynı oranda meyve almayı alışkanlık haline getirin.

Porsiyonlarınızı küçültün

Meyvede bir porsiyon derken, aklınıza dolu bir tabak gelmesin. Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Cirit bir porsiyonun 50 kalori olduğunu, bunu da yarım muz, büyük bir mandalina, küçük bir elma veya ayvanın dörtte biri ile alabileceğimizi belirtiyorlar. Sebzelerde de, 4 yemek kaşığı bir porsiyona karşılık geliyor.


Tatlılara ‘ambargo’ koyun!

Gün içinde yeteri kadar karbonhidrat tüketmediğimizde enerji ihtiyacımızı karşılayamıyoruz. Bunun sonucunda da beynimiz bize ‘tatlı’ yememizi emrediyor. Biz de ‘krizim tuttu’ diyerek tatlılara saldırmaya başlıyoruz. Oysa tatlı ihtiyacımızı önlemenin tek yolu düzenli beslenmek ve enerjiyi dengeli bir şekilde almaktan geçiyor! Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Cirit, şeker gibi basit karbonhidrat grubunda yer alan besinleri haftada 1, en fazla 2 kere tüketmenizi öneriyor. Çünkü tatlı yediğinizde 300 -350 gibi yüksek bir kalori alırsınız ama kan şekeriniz hızla yükselip tekrar düştüğü için yarım saat sonra tekrar acıkırsınız. Bunun aksine bol peynirli kepekli sandviç yerseniz neredeyse 3 saat boyunca tok kalabilirsiniz. Gün içinde 2 – 3 porsiyon meyve yediğinizde de tatlı krizinin önüne geçebilirsiniz. Eğer canınız tatlı çok çektiyse, baklava ve şekerpare gibi kalorisi bol tatlılar yerine, daha az kalori içeren sütlü tatlıları tercih edin.


http://trikutnutrition.in/images/nutrition_fruit_header.jpg
Çeşitli beslenin!

Besinleri sadece kalori veren maddeler olarak düşünmeyin. Vücudumuzun iyi enerji harcaması, günlük işlerini yerine getirebilmesi ve aynı zamanda sağlıklı olarak hayatına devam edebilmesi için ihtiyacı olan besin öğelerini bize gıdalar verir. Tüm besin öğelerini içinde bulunduran tek bir besin olmadığı gibi aynı besin grubunda yer alan besinlerin de içeriği farklılık gösterir. Kilo vermeye de çalışsak, kilomuzu korumaya da çalışsak çeşitli beslenmeyi ihmal etmemeliyiz.

Yağları ‘yasak’ listesine almayın!


Kilo vermek uğruna yağdan vazgeçmeyin. Çünkü yağlar sindirimi en uzun süren grup oldukları için yemeklere ilave etmezseniz tokluk süreniz kısalır, siz de kendinizi yine sofra başında bulabilirsiniz. Fakat çok hareketli bir yaşantınız yoksa, et, peynir ve yoğurt tüketirken zaten vücudunuzun ihtiyacı kadar aldığınız için doymuş, yani katı yağlardan kaçının. Gün içinde yemeklere katacağınız sıvı yağ miktarı 4 – 5 tatlı kaşığını geçmemeli. Bunun için de 4 – 5 su bardağı ile yapacağınız çorbaya yarım yemek kaşığı, bir kiloluk sebze yemeğine de yarım çay bardağı, salatalara da 1 tatlı kaşığı kadar sıvı yağ eklemeniz yeterli gelecektir.

Karbonhidrattan vazgeçmeyin

Kilo vermeye karar verdiğimizde çoğumuzun yaptığı ilk şey, ‘karbonhidratlı besinleri sofradan kaldırmak oluyor. Oysa hem yeterli beslenmek hem de midemizin tok kalması için günlük enerji ihtiyacımızın yüzde 50 – 60’ını karbonhidrat kaynaklı besinlerden sağlamamız şart. Bu da günde 300 – 350 gr karbonhidrat anlamına geliyor. Diyelim ki et ve yanında da bolca salata yediniz. Karbonhidrat içeren besin tüketmezseniz vücudunuz ihtiyaç duyduğu ‘enerjiyi’ alamadığı için 1 – 1.5 saat sonra acıkmaya başlarsınız. Bunun aksine yanında karbonhidrat içeren bir besin tüketirseniz en az 2 – 2.5 saat tok kalır, bu sayede bir sonraki öğüne kadar gereksiz şeyler atıştırmazsınız. Dolayısıyla her öğünde karbonhidrat içeren besinlere mutlaka yer verin. Ancak seçiminiz kan şekerini hızla yükseltmedikleri için lif içerenlerden yana olmalı. Örneğin pilav ya da patates yerine, sindirimleri nispeten daha uzun süren, böylece kan şekerini hızla yükseltmeyen kepek ekmeğini, tam buğday makarnasını, kuru baklagilleri veya bulgur pilavını tercih etmenizde fayda var. Tabii her öğünde karbonhidrat içeren besinleri 3 – 4 yemek kaşığını geçmeyecek miktarda yemeniz gerektiğini de unutmayın!

Öğün atlamayın

Zayıflamanın öğün atlamaktan geçtiği yolundaki hatalı bilgilerle hareket etmeyin. Çünkü aç kaldığınızda vücudunuz bunu bir tehdit olarak algılıyor ve ihtiyaç duyulan enerjiyi yağ dokusundan almaya başlıyor. Fakat vücut uzun süre açlıktan sonra yağ deposundan sağlanan bu enerjiyi, öğün tüketilmesi ile beraber besinlerle gelen enerjiyi tekrar yağ dokusuna geri gönderiyor, hem de fazlasıyla. Bu da kilo verememenize, hatta kilo almanıza yol açıyor!

Dolayısıyla kahvaltıyı uyandıktan sonra en geç 1 saat içinde yapmalı ve sonraki öğünleri 2 – 4 saat sonra olacak şekilde planlamalısınız. Bunun için her gün 3’ü ana öğün olmak üzere günde en az 5 – 6 kez beslenin. İsterseniz, ara öğün sayısını 4’e bile çıkarabilirsiniz. Bu sayıyı kahvaltı saatinize göre belirleyebilirsiniz. Örneğin kahvaltınızı saat 7.00’de yapıyorsanız, ana öğünden önce mutlaka bir ara öğününüz olmalı. Ancak sofraya saat 10.00 gibi oturuyorsanız, bu durumda 2 – 3 saat sonra öğle yemeğine geçebilirsiniz.

Sofraya geç saatlerde oturmayın

Yoğun iş temposu nedeniyle bunu başarmak pek kolay olmasa da akşam yemeğini çok geç saatlere bırakmamaya çalışın. Akşam saat 19.00 gibi sofraya oturabiliyorsanız, çok şanslısınız. Ancak bu mümkün değilse ve diyelim ki saat 24.00’te yatağa gireceksiniz, hiç olmazsa yatmadan en az 4 saat önce akşam öğününü tamamlayın ki hareketsiz kaldığınız için kaloriler vücudunuzda depolanmasın. Akşam yemeğinde ağır yemekler yerine kalorisi az ve sindirimi kolay hafif yemekleri tercih edin! Eğer geç kalmışsanız, akşam yemeğini atlamayı bir çözüm olarak da görmeyin. Çünkü öğünü tamamen atlarsanız yetersiz beslenmiş olur ve vücudunuz uzun süre aç kalacağı için bazal metabolizmanızın hızının düşmesine yol açabilirsiniz.

Kızartmayın, haşlayın…


Fazla kilolarınızdan kurtulmak için besinlerinizi pişirme şekline de dikkat etmelisiniz. Kızartmaları ayda bir veya iki kez ile sınırlamalı, bunun yerine haşlama veya fırında pişirme şekillerini tercih etmelisiniz. Eğer patates kızartmasını çok veriyorsanız, baharatlandırarak fırında elma patates şeklinde hazırlayabilirsiniz.

Proteini abartmayın

Protein tüketiminde aşırıya kaçmayın. Çünkü bol protein almak aynı zamanda ‘yağlı’ beslenmek anlamına geliyor. Çok yağlı beslenmek de metabolizmanın hızlı çalışmasına engel oluyor. Bu nedenle günlük besin ihtiyacınızın sadece yüzde 18’inin proteinden oluşmasına özen gösterin. Fazla protein alımının böbrekleri yorduğunu da unutmayın.

Kaynak: http://www.kadincabulten.com/news.php?readmore=1785

* Balın bir sırrı daha çözüldü

 http://img233.yukle.tc/images/6647bal_015B15D.jpg
Balın bir sırrı daha çözüldü 

BBC Focus dergisinde yer alan habere göre, Amsterdam'da Akademik Tıp Merkezi'nin Medikal Mikrobiyoloji Bölümü'nde görevli araştırmacılar, arıların balın içine kendi bağışıklık sistemlerinden bir protein eklediklerini tespit ettiler. Bu proteinin hastalığa yol açan patojenleri öldürme yeteneği bulunduğunu söyleyen araştırmacılar, bu keşfin yeni antibiyotiklerin geliştirilmesine liderlik edeceğini kaydettiler.

Araştırmacılar, tıbbi olarak sınıflandırılan balı mevcut antibiyotiklere dirençli bakteriler üzerinde test ettiler. Bunun sonucunda, arıların kendi bağışıklık sistemlerinden gelen ve "Defensin-1" olarak bilinen proteinin güçlü virüs öldürücü etkiye sahip olduğunu tespit ettiler.

Antibiyotiğe dirençli bakterilerin halk sağlığı için çok ciddi tehdit oluşturabileceğini söyleyen araştırmacılar, sadece sınırlı sayıda antibiyotiğin çeşitli patojenlere karşı etkili olduğunu açıkladılar. Yeni antibiyotiklerin gelişiminin uzun sürdüğünü belirten araştırmacılar, yeni antimikrobiyal ajanlar için acil antibiyotik ihtiyacı bulunduğunu ifade ettiler.

Ayrıca, araştırmanın son birkaç yıl içinde azalan arı popülasyonunun korunması bakımından da faydalı olacağı açıklandı.

Kaynak: http://www.kadincabulten.com/news.php?readmore=1738

* İşte de sağlıklı beslenme

http://www.mensfitness.com/images/mf/209577/13081.jpg  
İşte de sağlıklı beslenme

Dengesiz mesai saatleri ve yorucu, uzun çalışma koşulları nedeni ile ofiste dengeli beslenmek oldukça zahmetli olabiliyor.


Günlük hareketlerimizin azalması ve masa başı çalışma koşulları kilo almamıza ve vücut yağımızın artmasına neden oluyor. Oysaki vücudumuzu korumanın birinci yolu yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlamamızdan geçiyor. Peki çalışırken hem formumuzu korumak, hem de sağlıklı bir yaşama sahip olmak için nelere yapmalıyız?

Kahvaltıyı atlamayın
Kahvaltının önemini hepimiz biliyoruz! Sabah erken kalkıp işe yetişme telaşı içinde atlanan kahvaltı güne enerjisiz başlanmasına neden oluyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Aksu “Kahvaltı yapılsa da kalitesi kötü, kalori ve yağ oranı yüksek poğaça, açma, simit gibi kolayca ulaşılabilen besinlerin tercih edilmesi kilo dengesinin korunmasını zorlaştırıyor” diyor. Ancak kahvaltı, güne daha zinde ve sağlıklı başlanmasına, hayat akışına uyum sağlamaya ve performansın artarak, daha enerjik olunmasına katkıda bulunuyor. 

Şekerdeki dengesizlik yeme nöbeti yaratıyor 
Kan şekerindeki dengesizlik, iştah kontrolünde problem yaratıyor. Kan şekerini düzenlemek, kişinin kendine hakim olmasını da kolaylaştırıyor. Kan şekeri dengesinin bozulması yeme nöbetlerinin gelişmesine, kontrolsüz yeme davranışının başlamasına neden oluyor. Öğün atlamak bu açıdan tüm dengeleri altüst ediyor. 

Kan şekeri düşüp, açlık başladığında beyinsel fonksiyonlarda da azalma görülüyor. Konsantrasyon bozuluyor ve zihinsel beceriler yavaşlıyor. Bu nedenle 2,5 – 3 saatlik aralarla beslenmek, öğün aralarının 5 saati aşmamasına özen göstermek gerekiyor. Ara öğünler için meyve, kepekli bisküvi, küçük kepekli bir sandviç veya tost, kuru meyveler, kontrollü miktarda fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, meyveli veya probiyotik yoğurtlar, süt, salep ve ayran tercih edilebilir. 

Posasız beslenme kan yağlarını yükseltiyor 
Posa–lif tüketimi tokluk süresini artırırken, sürekli oturulduğu için gelişebilecek olan kabızlık problemini de en aza indirmeye yardımcı oluyor. Posasız beslenme hem vücut hem de kan yağlarının artmasına yol açıyor. Gün içinde tüketilen sebze–meyve miktarını artırmaya, haftada 2-3 kere baklagil yemeye, beyaz ekmek yerine esmer ekmek, pirinç yerine bulgur tüketmeye özen göstererek, alınan posalı besin miktarının çoğaltılması gerekiyor. 

Fazla çay ve kahve su istediğini azaltıyor 
Özellikle masa başı çalışırken sıkıldıkça içilen ya da konuklara ikram ederken eşlik etmek için içilen çay, kahve ve gazlı içecekler su içme isteğini azaltıyor. Diüretik etki göstererek vücudun su dengesini bozuyor. Su seviyesinin azalması ile yorgunluk, baş ağrısı ve dikkat problemi yaşanıyor. Bitki çayları, süt, ayran, taze sıkılmış meyve suyu, maden suyu miktarları çok artırılmamak şartı ile tercih edilebilir. Kahve veya çay tüketmek istendiğinde tam süt ile yapılan kahve, limonlu soğuk çay veya yeşil çay içilebilir. 

Haftada bir gün sütlü tatlıya izin var… 
Ofisteki doğum günü partileri, özel davetler, konukların getirdiği tatlı, yaş pasta gibi ağır abur cuburlar da günlük aldığımız boş kalori miktarını artırıyor. Tatlı yiyecekler çok istendiğinde, meyve tatlısı veya sütlü tatlılar ara öğün olarak haftada bir defa tüketilebilir. 

Ofis içi egzersizle enerjinizi arttırın! 
Ofis içi egzersiz, kemik yoğunluğunun korunması açısından önem taşıyor. Böylece metabolizma hızı artıyor ve dinç, dinamik vücut sayesinde verimli çalışma sağlanıyor. Yemeğe giderken yürümek veya yemek sonrası kısa mesafeli yürüyüşler yapmak, ofis içinde asansör yerine merdiveni tercih etmek bile harcanan enerjiyi artırıyor. Orta şiddette haftada 150 dakika yürümek öneriliyor. Sağlıklı bir bireyin gün içinde 10 bin adım atması gerekiyor. Ofiste her saat başında iki defa yapılan esneklik egzersizleri de idealdir. 

Kaynak: pudra.com