20101215

* Aspirin ve balık yağı ömrü uzatıyor

Aspirin ve balık yağı ömrü uzatıyor
İngiltere’de The Times gazetesi, hastalıkları önlemede ve insan ömrünü uzatmada etkisi kanıtlanan maddeleri tanıttı:
- Aspirin: Oxford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, her gün 75 miligram aspirin almanın kanser riskini yüzde 25 oranında azalttığını, ölüm oranlarını ise yüzde 10 oranında azalttığını ortaya çıkardı. 
-  Balık yağı kapsülü: Londra Imperial College’da yapılan bir araştırmaya göre, günde bir adet balık yağı kapsülü, zengin Omega-3 asitleri sayesinde ölüm oranlarını yüzde 9 oranında azaltıyor. 
-  Vitaminler: Vitaminleri aşırı tüketmek meme kanseri riskini artırıyor. Ancak D vitamini kemikleri güçlendiriyor, kanser ve kalp hastalıklarına karşı koruyor. 
-  Statinler: Günlük alınan kolesterol düşürücü statinler, felç riskini yüzde 5 oranında düşürüyor.

Balık yağı kalbe yararlı mı?


20101121

* Hangi Hastalıkta Ne Yiyelim?

Hangi Hastalıkta Ne Yiyelim?



Sağlıklı bir hayat sürdürmek için sağlıklı beslenmenin, bol ve taze sebze- meyve tüketmenin önemi artık herkes tarafından biliniyor. Bununla birlikte bazı sebze ve meyvelerin bazı rahatsızlıklar için özel koruyucu ve iyileştirici özellikleri bulunuyor. Hastalandığımızda bu meyve ve sebzeleri daha fazla tüketmek iyileşme sürecini olumlu etkilemekte. Sağlık sorunlarında özel olarak tüketilmesi gereken sebze ve meyveler aşağıda listelenmiştir. Sebze ve meyveleri tüketmeden önce iyice yıkamayı ve arındığından emin olmayı unutmayalım.

Abse, Çıban, İltihap:
Maydanoz
Anemi:
Muz, Arpa, Kepek, Mercimek, Ispanak, Çilek,
Astım:
Portakal
Ateş: Elma, Arpa, Üzüm, Limon,
Adet Sancısı:
Maydanoz
Bağırsak Sorunları:
Ananas
Bronşit:
Soğan, Turp
Böbrek Taşı:
Maydanoz
Baş Ağrısı:
Portakal
Bağırsak kurdu:
Havuç, Hindistan Cevizi, Zeytinyağı, Fındık
Boğaz Ağrısı: Elma, Ananas
Burkulma: Muz, Kimyon Tohumu
Cilt Sorunları: Isırgan, Turp
Çürük: Muz
Difteri: Limon, Ananas
Dolaşım Sorunları: Lahana, Havuç, Üzüm, Adaçayı
Grip: Tarçın, Portakal
Göğüs Sorunları: Badem, Portakal
Göz İltihabı: Elma
Gastrit: Muz, Arpa
Gut: Elma, Havuç, Kereviz, Üzüm, Limon, Patates, Ispanak, Çilek, Fındık
Hazımsızlık: Elma, Kereviz
Kanser: Tarçın, Limon, Maydanoz
Kolera:
Kahve
Kolik: Soğan
Kabız: Fındık, Zeytinyağı Soğan
Kan Çıbanı: Yeşil incir
Kalp Sorunları: Kuşkonmaz, Limon
Mide Asidi: Elma
Romatizma: Kuşkonmaz, Lahana, Kereviz, Tere, Limon, Turp, Çilek, Fındık
Rahim İltihabı: Kırmızı Pancar
Sindirim Zayıflığı: Üzüm, Marul, Pirinç, Çilek
Sara: Maydanoz
Safra Taşı: Zeytinyağı
Uykusuzluk: Marul, Soğan
Ülser: Havuç, Domates
Verem: Lahana, Havuç, Tarçın, Üzüm, Portakal, Fındık
Yanık: Pancar, Patates
Zihin Yorgunluğu: Elma


http://www.sifaliotlar.org/sifalibitkiler/saglik/besinlerin-yararlari/hangi-hastalikta-ne-yiyelim

20101109

* Dermana Classic Masaj Kremi

 Dermana Classic Masaj Kremi'nin İçindeki Bitki Özleri

Dermana'nın İçindeki Bitkiler
  • Olive Oil (Zeytin Yağı Özü)


  • Balsam Oil,Trout Oil (Balsam Özü)


  • Wintergreen Oil (Wintergreen Özü)


  • Wildmustard Oil (Hardal Yağı Özü)


  • Rosemary Oil (Biberiye Yağı Özü)


  • Thymus Serpyllum Oil (Kekik Yağı Özü)


  • Sesamme Seed Oil (Susam Özü)


  • Aloe Vera Oil (Aloe Vera Yağı Özü)


  • Pepermint Oil (Nane Yağı Özü)


  • Clove Oil (Karanfil Yağı Özü)


  • Camphor (Kafur Yağı Özü)


  • Zingiber Officinialis Ext. (Zencefil Yağı Özü)


  • Apricot Seed Oil (Kayısı Çekirdeği Yağı Özü)


  • Grape Seed Oil (Üzüm Çekirdeği Yağı Özü)


  • Nipasol 





















































  • Dermana Classic Masaj Kremi

    Dermana Classic Masaj Kremi; Erkekler ve Kadınlar İçin Geliştirilmiş Kozmetik Amaçlı Bitkisel Bir Üründür. İlaç Değildir, Hiçbir Hastalığın Teşhisi, Tedavisi veya Sağaltımında Kulanılamaz.

    Dermana Classic Masaj Kremi'ni; kullanmak istediğiniz bölgede; cildinizin üzerine dairesel hareketlerle, tamamen emilimi sağlanana kadar, ovarak yedirip, masajla uygulayınız.
    Mukozaya,ağza,göze,genital bölgeye ve saçlı deriye uygulanmamalıdır.


    Dermana Krem'in sabah ve akşam günde iki kez ve uzun süre kullanımı önerilir.

    Dermana Classic Masaj Kremi Uyarı


  • Haricen kullanılır.



  • Çocukların erişemeyeceği yerde saklayınız.



  • Yaralı-yanık bölgeye, mukozaya, ağza, göze, genital bölgeye ve saçlı deriye uygulanmamalıdır.



  • Kremin gözle teması halinde bol suyla yıkayınız.




  • 20101108

    * Kanserli hastalar için evde ölüm daha huzurlu...




    EVDE ÖLÜM DAHA HUZURLU


    Prof. Dr. Muhit Özcan, Dana- Farber Kanser Enstitüsü'nden Dr. Alexi Wright'ın yaptığı bir çalışmada, evde hasta bakımının sadece maddi değil, fiziksel ve ruhsal acıyı da azalttığını belirttiğini kaydetti. Özellikle kanserli hastaların evde ölmeyi tercih etmesine rağmen yüzde 35'inin hastanede, yüzde 10'unun yoğun bakım ünitesinde hayatını kaybettiğini belirten Prof. Dr. Özcan, “Kanser hastaları, evde daha huzurlu biçimde ölüyor ve hasta bakıcıları da duygusal olarak bunu daha iyi sonuçlandırıyor” dedi. Evde yapılan bakım tedavisinin fiziksel ve duygusal acıyı hafiflettiğini ifade eden Prof. Dr. Muhit Özcan, şunları söyledi:
    “Çalışmalar, kanserli hastaların eve çıkması biraz daha uzun yaşamasına yardımcı olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, maliyeti kanser hastalarını hastanede tedavi etmekten çok daha azdır. Dr. Wright, hastalar yoğun bakım ünitesinde öldüğünde, yakınlarına post-travmatik stres bozukluğu (PTSD) teşhisi konma olasılığının 5 katına çıktığını tespit etmiştir. PTSD, yoğun bakım ünitesinde ölen hastaların hasta bakıcılarının yüzde 21'inde gelişirken, evde ölen hastaların bakıcılarının yüzde 4.4'ünde gelişmiştir. Hastanede ölen hastaların aileleri ve sevdiklerinin, 6 aydan daha fazla süren yoğun, etkisizleştirici keder şekli olan uzatılmış keder bozukluğu yaşamaları daha olasıdır.”

    http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/16234140.asp?gid=245

    * Aspirin'in yeni mucizesi


    Aspirin'in yeni mucizesi



    Türk Hematoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Muhit Özcan, yeni antibiyotiklerin geliştirilmesi çalışmalarında bakterilerin ilaç direncinde bir artışın ortaya çıktığını belirterek, “Aspirin, bakteriyel enfeksiyonlara karşı antibiyotiğin yanında harika sonuçlar veriyor” dedi.


    Türk Hematoloji Derneği tarafından düzenlenen 36'ncı Ulusal Hematoloji Kongresi, Antalya'da yapıldı. Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısında konuşan Türk Hematoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Muhit Özcan, dünya genelinde 25 milyona yakın insanın bakteriyel enfeksiyonlar nedeniyle hayatını kaybettiğini vurgulayan Prof. Dr. Özcan, tedavi için yeni antibiyotik geliştirme çalışmalarında yaygın bakterilerin antibiyotiğe karşı direnç geliştirdiğinin ortaya çıktığını belirtti. Sorunun aşılması için farklı tedavilerin gündeme geldiğini ifade eden Prof. Dr. Muhit Özcan, “Bu noktada aspirinin bir mucizesine daha tanık oluyoruz. Aspirin, bakteriyel enfeksiyonlara karşı antibiyotiğin yanında harika sonuçlar veriyor” dedi.” dedi.

    ENFEKSİYONDAN ÖNCE YARARLI DEĞİL ZARARLI
    Prof. Dr. Özcan, Londra Üniversitesi'nde insan ve hayvan deneklerin üzerinde yapılan bir araştırmanın sonucuna göre bakteriyel enfeksiyonlara karşı antibiyotikle birlikte kullanılan aspirinin olumlu sonuçlar verdiğini söyledi. Aspirinin antibiyotikle birlikte kullanımında direnç merkezlerini güçlendirdiğini kaydeden Prof. Dr. Özcan, hastalarda Aspirin kullanımının zamanlamasının ise hastalığın seyri açısından önemli olduğunu vurguladı. ‘Enfeksiyona yakalanmayım’ öngörüsüyle aspirin kullanımın hiçbir sonuç vermeyeceğini belirten Prof. Dr. Muhit Özcan, “Enfeksiyon başladığı zaman antibiyotikle birlikte aspirin kullanılmalı” dedi.


    http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/16234140.asp?gid=245

    20101105

    * Omega 6 & Omega 3’s - What are the “Pros and Cons” of Adding Them

    Where do Omega 6 & Omega 3’s Come from and What are the “Pros and Cons” of Adding Them into Horse Diets Today
    http://fishoil1000mg.com/images/fish_oil_1000mg2.jpg
    Several studies have been presented, since 1986, showing beneficial affects of improved stamina and endurance in performance horses by adding fat into their diets. But the most recent “buzz” and research focus, has been on the addition of specific “Oils”. From a calorie stand-point, vegetable oils are created equal. They provide approximately 2 1/2 times as many calories as the equivalent amount of cereal grain. However, oils contain different amounts of “essential fatty acids”, so they are not created equal from a “nutritional point of view”. When oil is digested free fatty acids are incorporated into cell membranes. Some fatty acids, however, cannot be synthesized by the horse or in sufficient quantities to meet their nutritional needs. These are called “essential” fatty acids and must be added into the horses’ diets on a daily basis. Two of these essential fatty acids are called Omega 6 and Omega 3.
    Horses evolved as continuous grazers of forage, consuming large quantities of “fresh” grass pasture every day. Results of a two-year study conducted by Lori K. Warren, PhD, assistant professor of equine nutrition, University of Florida, stated, “Oil’s in fresh grass will depend on its maturity, will be in-between 3% to 5%, and their oil will contain 40% to 55% Omega-3’s”. Today, horse owners have replaced much of the fresh pasture diet with dry hay. Dr. Warren continued with, “The oil content in hay will depend on its maturity also, is in-between 1% and 3%, and will contain 18% to 35% Omega-3’s. While cereal grains contain oils in-between 3% to 4%, and 50% of this oil is Omega-6 and contains very little Omega-3”. "There has been considerable work in other animal species and in humans to show that Omega-3 supplementation affects the ratio of Omega 6:3 in blood and in tissues, with alterations in the fatty acid composition of plasma (cell) membranes," says Ray Geor, BVSc, MVSc, PhD, professor at Virginia Polytechnic and State University. Oil’s containing higher levels of Omega-3 are found in the natural diet of horses (forage) and can be digested easily with positive affects in the horses system. The Omega 6:3’s must be kept in balance when additional oils are added into their diet.
    Cereal grains (Oat, Barley, Corn, Wheat, Rice, etc.), as well as the oils from Sunflower, Corn, Rice Bran and Cottonseed, all contain high percentages of Omega 6 in relationship to their Omega 3 levels. All Omega 6 fatty acids are pro-inflammatory which help maintain the animal’s immune system and is beneficial during infection and sickness.
    However, if too many Omega 6 fatty acids are fed, an imbalance can occur, leading to an altered physiological state and potentially harmful inflammation. On the other hand, the Omega 3 fatty acids are potent, anti-inflammatory agents that help reduce pain and swelling and help return the horses system to normal function.
    As with all nutrients, balance is the key. Table 1, below, shows the percent and ratios of Omega 6 and Omega 3’s contained in the different oil seeds and fish oil available today. Table 2, shows which oils are best for the horse, in descending order of their Total Omega 3’s, from top to bottom. The top four oil sources are the best to increase the Omega 3’s and the bottom three sources are the ones we recommend not adding into your horses diet, because they could provide too many Omega 6’s, without adequate Omega 3’s. Fortunately, we are now beginning to recognize the detrimental affects that these imbalances can cause in the horse and stay away from these “unbalanced” sources of oil.

    * Fatty Acid composition as listed in NRC’s. ** Refers to the ingredients TOTAL Omega 3’s that contain C20’s (EPA & DHA).
    . Therefore, adding oils into the horses’ diet, that contains higher levels of Omega 3, have proven to be beneficial to all
    horses that are not eating fresh grass pasture at least 18 hours/day.    Short-term benefits include: improved skin & hair coat, fewer skin allergies and anti-inflammation characteristics. Long-term benefits include: improved hoof quality, increased bone density, improved joint health, reduced muscle soreness, mares’ milk containing higher Omega 3 levels resulting in healthier foals by improving their immunity and resistance to infection, improved stallion fertility by helping maintain cell viability and thereby improving conception rates, and increased tissue elasticity reducing the incidence of EIPH (bleeders) in performance horses, to name just a few.
    Since 2003, Progressive Nutrition has been balancing the “essential” Omega 6:3 fatty acids into all our feed formulas and our clients horses have been reaping the benefits ever since.    (11/06)

    20101102

    * Kanserde geç kalmamak için bu belirtilere dikkat

    Kanserde geç kalmamak için bu belirtilere dikkat



    29 Ekim 2010
    Kanserde geç kalmamak için bu belirtilere dikkat
    Akciğer kanserinde hastalara ileri ve gecikmiş dönemlerde tanı konuyor. Hastaların yüzde 50'si ne yazık ki son dönemlerinde teşhis ediliyor. Geç kalmadan önce bazı belirtilere dikkat!


    Dünyada kansere bağlı ölüm nedenlerinde akciğer kanseri birinci sırada. Gelişmiş ülkelerde hem kadınlarda hem erkeklerde kanser ölümlerinin birinci nedeni. Ama bizim gibi az gelişmiş, kadınların sigaraya daha geç adapte olduğu ülkelerde erkeklerde birinci neden.

    Türkiye'de sigara içeme oranının kadınlarda da çok arttı. Bu yüzden önümüzdeki 20-30 yıllık bir süreçte artık Türk kadınlarında da kansere bağlı ölümlerde akciğer kanseri birinci sırada olacak. Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği'nin kongresinde rastladığımız Ankara Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Meral Gülhan'a akciğer kanserini ve yeni teşhis yöntemlerini konuştuk:

    Çiğdem İŞLER yazıyor
    hurriyet.com.tr
    - Akciğer kanseriyle ilgili belirtiler nelerdir?

    Akciğer kanseriyle ilgili şikayetler aslında çok geniş. Tümörün akciğerde büyümesiyle oluşan yakınmaları en sık görüyoruz. Uzamış öksürükler çok önemsenmeli. Ne yazık ki çoğu sigara içtiği için bu hastalar, uzamış öksürüğü sigaraya bağlıyorlar. Genelde kan tüküren hastalarımız çabuk müracaat ediyor. Ama kan gelmesi ürkütücü bir yakınma.

    Geçmeyen, kronikleşen göğüs ağrısı önemli. Nefes darlığı önemli. Akciğerdeki bulgular dışında tümörün yaydığı birtakım biyolojik maddeler nedeniyle kişide ortaya çıkan iştahsızlık, kilo kaybı, halsizlik gibi yakınmalar genel etkileri kanserin. Onun dışında yine tümörden sayılan bazı hormon benzeri maddelerin yol açtığı şikayetler olabiliyor.

    Tümör akciğer dışında bir organa sıçrayıp o organın yakınmasıyla da hasta gidebiliyor. Bu bir beyin metastazı olabilir. Kemiğe sıçrama olabilir. Kemik ağrıları olabilir. En sık metastaz yerleri kemik, karaciğer, beyin.

    - Bazen duyarız "Film çektirdim, akciğer kanseri çıktı" diye. Tesadüfen tespitler de çok oluyor mu?
    Evet şikayetler olmadan tesadüfen de saptanabiliyor, doktora başvurulup çekilen filmde. Genelde şikayetler geç oluşuyor akciğer kanserinde. Zaten en büyük sorun o. Kişi doktora gittiğinde tümör belli bir noktaya gelmiş oluyor.

    - En çok hangi yaş grubunda görülüyor?

    Akciğer kanserinin en çok görüldüğü yaşlar 60 yaş üstü. Ama Türkiye şartlarında 50 yaş üstü diyebiliriz. Çünkü ne kadar erken başlanırsa sigara tüketimine akciğer kanseri de o kadar erkene kayıyor. Risk grubundaki insanlar üzerinde yapılan erken tanı çalışmaları var. Nedir bunlar, her yıl bir akciğer filmi çekilmesi, balgam örneği alınması gibi. Bu konuda yapılmış çalışmalar ne yazık ki yüz güldürücü değil. Akciğer kanserine bağlı ölüm oranları düşmüyor.

    - Teşhiste etkili tarama yöntemlerinde ne durumdayız?
    Birçok kanser türünde etkili tarama yöntemi var. Örneğin bir meme kanserinde mamografi takibi, rahim ağzı kanserinde simir testi, prostat kanserinde PSA denilen bir enzim yine bize tümörü gösterebiliyor. Ama akciğer kanserinde etkili bir tarama yöntemi henüz yok. Çalışma bazında ümit vaat edici sonuçlar olsa da şu an rutine konacak bir yöntem yok. O yüzden tanı gecikiyor.

    - Diyelim ki erken teşhis edildi, tedaviye başlandı. İyileşme süreci yüzde kaç?

    En erken evrede erken teşhis konan hastalarda yüzde 80’e kadar iyileşme şansı var.
    /_np/5491/11925491.gif- Tedavisi nasıl yapılıyor?

    Cerrahi tedavi en etkili yöntem. Ama her hasta cerrahi için uygun olmuyor. Uygun olmayan hastalarda, cerrahi ile tümörün çıkarılamayacağı hastalarda ışın tedavisi ve ilaç tedavisi, radyoterapi ve kemoterapi tedavisi yapılıyor.

    - Doğrudan cerrahi müdahaleye engel olan durum ne?

    Tümörün yeri, büyüklüğü önemli. Hayati bir organa, büyük damara yakın olması, lenf bezlerine sıçramış olması. Göğüs kafesi ya da uzak organlara metastaz yapması... Bu durumlarda cerrahi tedavi katkı getirmiyor. Ek bir yük. Ama erken evrede ana tedavi cerrahi tedavi. Daha sonra lokal olarak büyümüş ya da uzak metastaz yapmış tümörlerde de kemoterapi yapılıyor, lokal olanlara ışın tedavisi ekleniyor.

    - Peki akciğer kanserinden nasıl korunuruz?
    Tedavisi, erken tanısı zor, ama korunmak çok kolay. Yüzde 90 sigarayla ilişkili bir kanser. Sigara ile mücadeleye devam etmek lazım. Genetik etkisi de var. Çünkü sigara içen herkes kanser olmuyor. Bazı ailelere bakıyorsunuz babası kanser olmuş, kendisi, kardeşi, yakın akrabaları içerisinde birçok kanser vakası bir arada. Bu genetik yatkınlığı olduğu yönünde şüphe uyandıran. Bu konuda yapılmış çalışmalar var. Gerçekten kanserojen detoksifiye eden birtakım genler var. Bunlar iyi çalışmıyorsa kanser eğilimi artıyor.

    Onun dışında çevresel birtakım nedenler var. Asbest mesela. Ülkemizde asbest üreten toprak özellikle İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da, Güney Doğu Anadolu’da var. Bazı mesleklerde risk var. Örneğin gemi tersanesinde çalışan işçilerde kansere yakalanma oranı daha yüksek. Hava kirliliği etkili. Ama en büyük etken yüzde 90 sigara.

    - Akciğer kanseri bir hasta diyelim ki tedavi oldu iyileşti. Hiç sigara içmiyor. Aldığı besinlere dikkat ediyor. Risk hala devam ediyor mu?
    Olabilir. Çünkü kanser oluşumu hava yolunda tek bir noktada hücreden etkilenmiyor. Sigara içen bir kişinin ağız mukozasından bütün bronş sistemi, akciğerleri her tarafı etkileniyor. Sigara bırakıldıktan sonra da risk sıfırlanmıyor. Başlamış bazı şeyler devam edebiliyor. 

    - İlaç tedavilerinde bir gelişme var mı?
    Çok sayıda ilaç çalışması var. Bunlardan birkaçı olumlu. 3 tane ilaç dünyada ruhsat aldı. Kullanıma girdi dünyada ama ülkemizde henüz bir tanesi kullanılıyor. 

    http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/16169412.asp?gid=373

    20101022

    * Aspirinin azı da kolon kanserinden koruyor

    Aspirinin azı da kolon kanserinden koruyor

    http://scrapetv.com/News/News%20Pages/Health/Images/aspirin-bottle.jpg WASHINGTON -AA- Kalp krizi ve felci önlemek amacıyla yıllardır düşük dozda aspirin kullanan gönüllülerde, kolon kanseri gelişme riskinin de ciddi düzeyde düştüğü anlaşıldı. 
İngiltere'de yapılan araştırmadan elde edilen sonuçlara göre aspirin alımı, kolon kanserine yakalanan hasta sayısını dörtte bir oranında azaltıyor, kolon kanserinden ölümleri de üçte bir oranında düşürüyor. Araştırma bulguları, Lancet tıp dergisinde yayımlandı. 
Aspirinin, günde en az 500 miligram gibi yüksek dozlarda alımının kolon kanserine karşı önleyici olduğu biliniyordu, ancak bu ilacın kanama ve mide sorunları gibi yan etkilerinin bulunmasından ötürü, zararı, yararının önüne geçebiliyordu. Ancak şimdi, düşük düzeyde, bebeklere tavsiye edilen günlük dozun da kolon kanserine karşı işe yaradığı anlaşıldı. Buna karşın aynı yan etkiler, düşük dozlarda da kaygı nedeni. 
Kolon kanseri, gelişmiş ülkelerde, akciğer kanserinden sonraki en yaygın kanser türü. Dünyada her yıl 1 milyon yeni kolon kanseri vak'ası belirleniyor ve bu hastalıktan yılda 600.000 kişi ölüyor. Bir insanda bu hastalığın gelişme ihtimali yüzde 5. 
Oxford'daki John Radcliffe Hastanesinden Peter Rothwell ve meslektaşları, aspirinin kalp hastalıklarına karşı önleyici olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılmış olan ve İngiltere ile İsveç'ten yaklaşık 14.000 gönüllüyü kapsayan 4 büyük araştırma üzerinde inceleme yaptı. 
18 yıl süren gözlemleri kapsayan bu araştırmalarda gönüll ülerin yarısı düşük dozda aspirin kullanmıştı. Araştırmacılar, gönüllülerin y üzde 2,8'inde kolon kanseri oluştuğunu belirledi. Araştırma verilerinden, düşük dozda 6 yıl boyunca aspirin kullanımının kolon kanseri oluşumu riskini yüzde 24 azalttığı, hastanın kolon kanserinden ölme riskini de yüzde 35 oranında düşürdüğü belirlendi. 
Fransa'da, Bobigny'deki Avicenne hastanesinden Dr. Robert Benamouzig and Dr. Bernard Uzzan, araştırma ile ilgili yazdıkları yorumlarında, bu çalışmanın, en azından kolon kanserinin yaygın olduğu ülke veya bölgelerde kliniklerin, aspirini, önleyici olarak kullanmalarına yönelik bir yol açabileceğini belirtti. Özellikle ailesinde kolon kanseri geçmişi olanların veya kendisinde daha önce folip belirlenmiş hastaların aspirin kullanımı öneriliyor. 
Dr. Robert Benamouzig, yan etkilerinden ötürü aspirini sadece, yüksek risk grubuna girenlere tavsiye edilebileceğini kaydetti. Doktorlar, kolon kanserine karşı önleyici aspirin kullanımı için bir kılavuz geliştirilmesinin, bu alanda atılabilecek ikinci adım olduğunu belirtti. Hastaların, doktor denetimi olmadan kendi başlarına aspirini bu amaçla kullanmaları tavsiye edilmiyor. 
Aspirinin yüksek dozlarda ve uzun süreli kullanımı sonucunda mide ve bağırsak tahrişi meydana gelebiliyor, lezyona ve ciddi kanamalara yol açabiliyor. 
Aspirinin, meme, mide, yemek borusu ve kolon kanseri ile bağlantılı bir enzimin üretimini engelleme yoluyla kansere karşı koruyucu olduğu düşünülüyor.

    * Aspirinin azı da kolon kanserinden koruyor

     Aspirinin azı da kolon kanserinden koruyor

    23 Ekim 2010 Cumartesi 00:45

    WASHINGTON -AA- Kalp krizi ve felci önlemek amacıyla yıllardır düşük dozda aspirin kullanan gönüllülerde, kolon kanseri gelişme riskinin de ciddi düzeyde düştüğü anlaşıldı.
    İngiltere'de yapılan araştırmadan elde edilen sonuçlara göre aspirin alımı, kolon kanserine yakalanan hasta sayısını dörtte bir oranında azaltıyor, kolon kanserinden ölümleri de üçte bir oranında düşürüyor. Araştırma bulguları, Lancet tıp dergisinde yayımlandı.
    Aspirinin, günde en az 500 miligram gibi yüksek dozlarda alımının kolon kanserine karşı önleyici olduğu biliniyordu, ancak bu ilacın kanama ve mide sorunları gibi yan etkilerinin bulunmasından ötürü, zararı, yararının önüne geçebiliyordu. Ancak şimdi, düşük düzeyde, bebeklere tavsiye edilen günlük dozun da kolon kanserine karşı işe yaradığı anlaşıldı. Buna karşın aynı yan etkiler, düşük dozlarda da kaygı nedeni.
    Kolon kanseri, gelişmiş ülkelerde, akciğer kanserinden sonraki en yaygın kanser türü. Dünyada her yıl 1 milyon yeni kolon kanseri vak'ası belirleniyor ve bu hastalıktan yılda 600.000 kişi ölüyor. Bir insanda bu hastalığın gelişme ihtimali yüzde 5.
    Oxford'daki John Radcliffe Hastanesinden Peter Rothwell ve meslektaşları, aspirinin kalp hastalıklarına karşı önleyici olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılmış olan ve İngiltere ile İsveç'ten yaklaşık 14.000 gönüllüyü kapsayan 4 büyük araştırma üzerinde inceleme yaptı.
    18 yıl süren gözlemleri kapsayan bu araştırmalarda gönüll ülerin yarısı düşük dozda aspirin kullanmıştı. Araştırmacılar, gönüllülerin y üzde 2,8'inde kolon kanseri oluştuğunu belirledi. Araştırma verilerinden, düşük dozda 6 yıl boyunca aspirin kullanımının kolon kanseri oluşumu riskini yüzde 24 azalttığı, hastanın kolon kanserinden ölme riskini de yüzde 35 oranında düşürdüğü belirlendi.
    Fransa'da, Bobigny'deki Avicenne hastanesinden Dr. Robert Benamouzig and Dr. Bernard Uzzan, araştırma ile ilgili yazdıkları yorumlarında, bu çalışmanın, en azından kolon kanserinin yaygın olduğu ülke veya bölgelerde kliniklerin, aspirini, önleyici olarak kullanmalarına yönelik bir yol açabileceğini belirtti. Özellikle ailesinde kolon kanseri geçmişi olanların veya kendisinde daha önce folip belirlenmiş hastaların aspirin kullanımı öneriliyor.
    Dr. Robert Benamouzig, yan etkilerinden ötürü aspirini sadece, yüksek risk grubuna girenlere tavsiye edilebileceğini kaydetti. Doktorlar, kolon kanserine karşı önleyici aspirin kullanımı için bir kılavuz geliştirilmesinin, bu alanda atılabilecek ikinci adım olduğunu belirtti. Hastaların, doktor denetimi olmadan kendi başlarına aspirini bu amaçla kullanmaları tavsiye edilmiyor.
    Aspirinin yüksek dozlarda ve uzun süreli kullanımı sonucunda mide ve bağırsak tahrişi meydana gelebiliyor, lezyona ve ciddi kanamalara yol açabiliyor.
    Aspirinin, meme, mide, yemek borusu ve kolon kanseri ile bağlantılı bir enzimin üretimini engelleme yoluyla kansere karşı koruyucu olduğu düşünülüyor.

    20101015

    * Eklemlerde ağrı ve şişliğe dikkat

    Eklemlerde ağrı ve şişliğe dikkat

    Eklemlerde ağrı ve şişliğe dikkat

    Eklemlerde ağrı ve şişlikle kendini gösteren romatoid artrit hastalığı daha çok kadınları etkiliyor ve tedavi edilmezse bir ömür sürebiliyor.

    Eklemlerde ağrı ve şişlikle kendini gösteren ve daha çok kadınları etkileyen romatoid artritin erken teşhis edilmesi halinde hastalığın ilerlemesinin durdurulabildiği belirtildi.

    Antalya'da düzenlenen 11. Ulusal Romatoloji Kongresinde, hastaların yaşam kalitesini son derece olumsuz etkileyen romatoid artrit ile ilgili gelişmeler değerlendirildi.

    Düzenlenen basın toplantısında konuşan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vedat Hamuryudan, romatoid artritle ilgili bilgi verirken hastalığın daha çok kadınlarda görüldüğünü belirtti.

    Romatoid artritin iltihaplı romatizmal bir hastalık olduğunu, daha çok eklemleri tuttuğunu ifade eden Prof. Dr. Hamuryudan, “Bu hastalık geldi mi gitmez ve bir ömür boyu sürer. İş gücü kaybı ve sakatlığa yol açar. Türkiye'de binde 36 gibi bir oranda görülüyor. Daha çok 30-50 yaş arasındaki kişileri etkiliyor. Hastalarda yaşam beklentisi 3-18 yıl arasında azalıyor. Hastaların yüzde 50'si 10 yılda çalışamaz hale geliyor” dedi.

    Hastalığın eklemlerde ağrı ve şişliğin yanı sıra yorgunluk, özellikle sabahları eklemlerde hareketsizlik ile kendini gösterdiğini vurgulayan Prof. Dr. Hamuryudan, “Hastalığı erken dönemde yakalamak çok önemli. Uygun tedavi ile hastalığın belirti ve bulguları düzelir, eklem harabiyeti yavaşlar ve yaşam kalitesi artar” diye konuştu.

    Diğer konuşmacılar

    Berlin Humboldt Charite Üniversitesi Hastanesi Romatoloji ve Klinik İmmünoloji Bölüm Direktörü Prof. Dr. Gerd Burmester de tedavi edilmediği takdirde hastaların yüzde 50'sinin zamanla iş görmez hale geldiğini belirterek, iyi bir tedavi uygulanması durumunda riskin en aza indirileceğini söyledi.

    Romatoid artritin zor ve pahalı bir hastalık olduğunu ifade eden Burmester, “Hasta zamanla giyinemez, kapıyı bile açamaz hale gelebilir. Bu hastalık tüm yaşam boyu sürer, kroniktir” dedi.

    Yapılan bir çalışmaya göre, 30'lu yaşların sonunda başlayan hastalığın tanısının ancak üç sene sonra konulabildiğini belirten Burmester, “Hastaların bir kısmı tedaviye rağmen ağrı çekiyor. Hastalık, hastaların yaşamını kontrol altına alıyor” diye konuştu.

    İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı ve Romatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hasan Yazıcı da romatoid artritin tüm dünyada 0,5 oranında görüldüğünü, bunun ıstırap veren, hatta ölüme yol açabilen bir hastalık olduğunu söyledi.

    Yazıcı, Türkiye'deki romatolog sayısının yetersizliğine de değinirken, bazı fakültelerde bu bilim dalının gelişmesi için yeterli çabanın gösterilmediği eleştirisini dile getirdi.

    Soruları yanıtladılar

    Basın toplantısına katılan uzmanlar daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtladılar.
    Prof. Dr. Burmester, romatoid artritin tanısının neden üç yıl sürdüğü yönündeki soru üzerine, hastalık belirtilerinin başlarda az olması nedeniyle hastaların çoğunun doktora gitmediğini, 'kendi kendine geçer' diye düşündüğünü, hastalığa ilk döneminde tanı koymanın bu nedenle zorlaştığını söyledi.

    Hastaların genellikle hastalığı bilmediği için pratisyen hekimlere başvurduğunu, bu hekimlerin de hastalıkla ilgili yeterli bilgisi olmadığı için tanı koyamadığını anlatan Prof. Dr. Burmester, hastaların bazı ülkelerde romatologlara ulaşabilmelerinin zaman aldığını, hastalığın da bu dönemde ilerlediğini belirtti. Burmester, bu nedenle romatoid artritle ilgili kamuoyunun bilgilendirilmesinin son derece önem taşıdığını söyledi.

    Bir başka soru üzerine Burmester, hastalığın enfeksiyonlarla ilişkili olduğunu ortaya koyan henüz bir bulgu olmadığını, ancak bu konuda araştırmaların devam etmesi gerektiğini kaydetti.
    Hiç romatolog bulunmayan illerimiz var

    Prof. Dr. Hamuryudan, hastalığın erken tanısı için dikkat edilmesi gereken unsurlarla ilgili bir soru üzerine, erken teşhis için kanda bazı etkenlerin arandığını, şişlik ve ağrı oluştuğunda ise hastalığın çoktan ortaya çıktığını kaydetti. İlaç tedavisi için hastalığın belirti vermesinin beklendiğini vurgulayan Prof. Dr. Hamuryudan, “Romatoid artrite benzeyen ya da bunu taklit eden hastalıklar var. Bu nedenle hastalığın kesin teşhisi için üç ay bekleniyor, üç ay içinde geçmezse tedaviye başlanıyor, ancak tedavisi için üç ayın geçirilmemesi lazım” uyarısını dile getirdi.

    Prof. Dr. Hamuryudan, Türkiye'de romatolog sayısının yetersizliğine de işaret ederek, “Ülkemizde 200 civarında romatolog bulunuyor. Bunların dağılımı da iyi değil. Hiç romatolog bulunmayan illerimiz var. Bu nedenle hastaların romatologa ulaşması zaman alıyor” ifadesini kullandı.

    Vedat Hamuryudan, romatoid artritin sedef hastalığı ile ilişkisinin sorulması üzerine de, sedef hastalarında sıklıkla iltihaplı romatizma görüldüğünü, ancak sedef artritinde romatoid artritindeki gibi kanda antikorların görülemediğini bildirdi.

    Prof. Dr. Hamuryudan bir başka soru üzerine, hastalığın kadınlarda daha sık görülmesinin nedenleri ile ilgili bir bulguya sahip olmadıklarını, ancak hamilelik döneminde romatoid artritin şiddetinin azaldığını, emzirme döneminde ise hastalığın nüksettiğini söyledi. Hamuryudan, doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda da hastalığın az da olsa şiddetinin azaldığını ifade etti.

    20101008

    * Diyetsiz kilo vermenin 12 sırrı




    http://www.drams.co.in/images/nutrition.jpg 

    Diyetsiz kilo vermenin 12 sırrı

    Besinleri yavaş çiğneyin

    Zamanınız olmasa bile tabaktaki yemekleri hızlı yemekten vazgeçin. Ana öğünleriniz en az 15 – 20 dakika sürmeli. Çünkü beynin ‘tokum’ sinyalini vermesi için yaklaşık bu kadar süreye ihtiyacı var. Eğer besinleri hızla çiğnerseniz kontrolünüzü yitirerek bu süre içinde daha fazla yemek tüketme riskiyle karşı karşıya kalırsınız.

    Her öğünden önce su için

    Her gün 1.5 – 2 litre su içmeyi alışkanlık haline getirin. Gün içinde düzenli olarak tüketeceğiniz su metabolizmanızı hızlandırmak gibi önemli bir işlev üstleniyor. Ancak bu özelliğinden faydalanmak için suyu gün içine yayarak içmeniz şart. Eğer akşam su içmediğinizi fark edip bolca tüketmeye kalkarsanız, sık sık tuvalete gitmek dışında hiçbir değişiklik sağlayamazsınız. Bu nedenle her öğün öncesinde bir bardak su içmelisiniz. Böylece hem açlık hissinizi azaltarak gereksiz atıştırmalardan korunmuş, hem de günde en az 6 bardak su içmeyi garantilemiş olursunuz. Yemek yerken su tüketiminden ise kaçının, aksi halde mide hacmini artırmış olursunuz ki bu da daha fazla besin tüketmeniz anlamına geliyor. Yemekten sonra su içmek için en az 1 – 1.5 saat geçmiş olmalı. Çünkü mide boş iken su, doğrudan bağırsaklara karışıyor ama besinle karıştığında mideyi genişletmekten başka bir işlev üstlenmiyor.

    Sebzeye ağırlık verin


    Ana öğünlerinizden birinin mutlaka sebze ağırlıklı olmasına dikkat edin. Böylelikle hem bağırsakların daha hızlı çalışmasını sağlar, hem de daha az kalorili bir menüye sahip olursunuz. Örneğin ana öğününüzde et ve makarna yerseniz sebzeden çok daha fazla enerji alabilirsiniz. Ancak sebzeler bir porsiyon ete göre neredeyse dörtte biri kadar enerjiye sahip olsalar da, hemen hemen aynı derecede tokluk sağlarlar. Örneğin etin sindirimi 3 – 4 saat sürüyorsa, sebzenin sindirimi 2 saat kadar sürer. Fakat sebzeyi bir dilim ekmekle desteklerseniz, etli menü kadar uzun süre tok kalabilirsiniz. Bu nedenle gün içinde minimum 2 -3 porsiyon sebze, yine aynı oranda meyve almayı alışkanlık haline getirin.

    Porsiyonlarınızı küçültün

    Meyvede bir porsiyon derken, aklınıza dolu bir tabak gelmesin. Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Cirit bir porsiyonun 50 kalori olduğunu, bunu da yarım muz, büyük bir mandalina, küçük bir elma veya ayvanın dörtte biri ile alabileceğimizi belirtiyorlar. Sebzelerde de, 4 yemek kaşığı bir porsiyona karşılık geliyor.


    Tatlılara ‘ambargo’ koyun!

    Gün içinde yeteri kadar karbonhidrat tüketmediğimizde enerji ihtiyacımızı karşılayamıyoruz. Bunun sonucunda da beynimiz bize ‘tatlı’ yememizi emrediyor. Biz de ‘krizim tuttu’ diyerek tatlılara saldırmaya başlıyoruz. Oysa tatlı ihtiyacımızı önlemenin tek yolu düzenli beslenmek ve enerjiyi dengeli bir şekilde almaktan geçiyor! Beslenme ve Diyet Uzmanı İpek Cirit, şeker gibi basit karbonhidrat grubunda yer alan besinleri haftada 1, en fazla 2 kere tüketmenizi öneriyor. Çünkü tatlı yediğinizde 300 -350 gibi yüksek bir kalori alırsınız ama kan şekeriniz hızla yükselip tekrar düştüğü için yarım saat sonra tekrar acıkırsınız. Bunun aksine bol peynirli kepekli sandviç yerseniz neredeyse 3 saat boyunca tok kalabilirsiniz. Gün içinde 2 – 3 porsiyon meyve yediğinizde de tatlı krizinin önüne geçebilirsiniz. Eğer canınız tatlı çok çektiyse, baklava ve şekerpare gibi kalorisi bol tatlılar yerine, daha az kalori içeren sütlü tatlıları tercih edin.


    http://trikutnutrition.in/images/nutrition_fruit_header.jpg
    Çeşitli beslenin!

    Besinleri sadece kalori veren maddeler olarak düşünmeyin. Vücudumuzun iyi enerji harcaması, günlük işlerini yerine getirebilmesi ve aynı zamanda sağlıklı olarak hayatına devam edebilmesi için ihtiyacı olan besin öğelerini bize gıdalar verir. Tüm besin öğelerini içinde bulunduran tek bir besin olmadığı gibi aynı besin grubunda yer alan besinlerin de içeriği farklılık gösterir. Kilo vermeye de çalışsak, kilomuzu korumaya da çalışsak çeşitli beslenmeyi ihmal etmemeliyiz.

    Yağları ‘yasak’ listesine almayın!


    Kilo vermek uğruna yağdan vazgeçmeyin. Çünkü yağlar sindirimi en uzun süren grup oldukları için yemeklere ilave etmezseniz tokluk süreniz kısalır, siz de kendinizi yine sofra başında bulabilirsiniz. Fakat çok hareketli bir yaşantınız yoksa, et, peynir ve yoğurt tüketirken zaten vücudunuzun ihtiyacı kadar aldığınız için doymuş, yani katı yağlardan kaçının. Gün içinde yemeklere katacağınız sıvı yağ miktarı 4 – 5 tatlı kaşığını geçmemeli. Bunun için de 4 – 5 su bardağı ile yapacağınız çorbaya yarım yemek kaşığı, bir kiloluk sebze yemeğine de yarım çay bardağı, salatalara da 1 tatlı kaşığı kadar sıvı yağ eklemeniz yeterli gelecektir.

    Karbonhidrattan vazgeçmeyin

    Kilo vermeye karar verdiğimizde çoğumuzun yaptığı ilk şey, ‘karbonhidratlı besinleri sofradan kaldırmak oluyor. Oysa hem yeterli beslenmek hem de midemizin tok kalması için günlük enerji ihtiyacımızın yüzde 50 – 60’ını karbonhidrat kaynaklı besinlerden sağlamamız şart. Bu da günde 300 – 350 gr karbonhidrat anlamına geliyor. Diyelim ki et ve yanında da bolca salata yediniz. Karbonhidrat içeren besin tüketmezseniz vücudunuz ihtiyaç duyduğu ‘enerjiyi’ alamadığı için 1 – 1.5 saat sonra acıkmaya başlarsınız. Bunun aksine yanında karbonhidrat içeren bir besin tüketirseniz en az 2 – 2.5 saat tok kalır, bu sayede bir sonraki öğüne kadar gereksiz şeyler atıştırmazsınız. Dolayısıyla her öğünde karbonhidrat içeren besinlere mutlaka yer verin. Ancak seçiminiz kan şekerini hızla yükseltmedikleri için lif içerenlerden yana olmalı. Örneğin pilav ya da patates yerine, sindirimleri nispeten daha uzun süren, böylece kan şekerini hızla yükseltmeyen kepek ekmeğini, tam buğday makarnasını, kuru baklagilleri veya bulgur pilavını tercih etmenizde fayda var. Tabii her öğünde karbonhidrat içeren besinleri 3 – 4 yemek kaşığını geçmeyecek miktarda yemeniz gerektiğini de unutmayın!

    Öğün atlamayın

    Zayıflamanın öğün atlamaktan geçtiği yolundaki hatalı bilgilerle hareket etmeyin. Çünkü aç kaldığınızda vücudunuz bunu bir tehdit olarak algılıyor ve ihtiyaç duyulan enerjiyi yağ dokusundan almaya başlıyor. Fakat vücut uzun süre açlıktan sonra yağ deposundan sağlanan bu enerjiyi, öğün tüketilmesi ile beraber besinlerle gelen enerjiyi tekrar yağ dokusuna geri gönderiyor, hem de fazlasıyla. Bu da kilo verememenize, hatta kilo almanıza yol açıyor!

    Dolayısıyla kahvaltıyı uyandıktan sonra en geç 1 saat içinde yapmalı ve sonraki öğünleri 2 – 4 saat sonra olacak şekilde planlamalısınız. Bunun için her gün 3’ü ana öğün olmak üzere günde en az 5 – 6 kez beslenin. İsterseniz, ara öğün sayısını 4’e bile çıkarabilirsiniz. Bu sayıyı kahvaltı saatinize göre belirleyebilirsiniz. Örneğin kahvaltınızı saat 7.00’de yapıyorsanız, ana öğünden önce mutlaka bir ara öğününüz olmalı. Ancak sofraya saat 10.00 gibi oturuyorsanız, bu durumda 2 – 3 saat sonra öğle yemeğine geçebilirsiniz.

    Sofraya geç saatlerde oturmayın

    Yoğun iş temposu nedeniyle bunu başarmak pek kolay olmasa da akşam yemeğini çok geç saatlere bırakmamaya çalışın. Akşam saat 19.00 gibi sofraya oturabiliyorsanız, çok şanslısınız. Ancak bu mümkün değilse ve diyelim ki saat 24.00’te yatağa gireceksiniz, hiç olmazsa yatmadan en az 4 saat önce akşam öğününü tamamlayın ki hareketsiz kaldığınız için kaloriler vücudunuzda depolanmasın. Akşam yemeğinde ağır yemekler yerine kalorisi az ve sindirimi kolay hafif yemekleri tercih edin! Eğer geç kalmışsanız, akşam yemeğini atlamayı bir çözüm olarak da görmeyin. Çünkü öğünü tamamen atlarsanız yetersiz beslenmiş olur ve vücudunuz uzun süre aç kalacağı için bazal metabolizmanızın hızının düşmesine yol açabilirsiniz.

    Kızartmayın, haşlayın…


    Fazla kilolarınızdan kurtulmak için besinlerinizi pişirme şekline de dikkat etmelisiniz. Kızartmaları ayda bir veya iki kez ile sınırlamalı, bunun yerine haşlama veya fırında pişirme şekillerini tercih etmelisiniz. Eğer patates kızartmasını çok veriyorsanız, baharatlandırarak fırında elma patates şeklinde hazırlayabilirsiniz.

    Proteini abartmayın

    Protein tüketiminde aşırıya kaçmayın. Çünkü bol protein almak aynı zamanda ‘yağlı’ beslenmek anlamına geliyor. Çok yağlı beslenmek de metabolizmanın hızlı çalışmasına engel oluyor. Bu nedenle günlük besin ihtiyacınızın sadece yüzde 18’inin proteinden oluşmasına özen gösterin. Fazla protein alımının böbrekleri yorduğunu da unutmayın.

    Kaynak: http://www.kadincabulten.com/news.php?readmore=1785

    * Balın bir sırrı daha çözüldü

     http://img233.yukle.tc/images/6647bal_015B15D.jpg
    Balın bir sırrı daha çözüldü 

    BBC Focus dergisinde yer alan habere göre, Amsterdam'da Akademik Tıp Merkezi'nin Medikal Mikrobiyoloji Bölümü'nde görevli araştırmacılar, arıların balın içine kendi bağışıklık sistemlerinden bir protein eklediklerini tespit ettiler. Bu proteinin hastalığa yol açan patojenleri öldürme yeteneği bulunduğunu söyleyen araştırmacılar, bu keşfin yeni antibiyotiklerin geliştirilmesine liderlik edeceğini kaydettiler.

    Araştırmacılar, tıbbi olarak sınıflandırılan balı mevcut antibiyotiklere dirençli bakteriler üzerinde test ettiler. Bunun sonucunda, arıların kendi bağışıklık sistemlerinden gelen ve "Defensin-1" olarak bilinen proteinin güçlü virüs öldürücü etkiye sahip olduğunu tespit ettiler.

    Antibiyotiğe dirençli bakterilerin halk sağlığı için çok ciddi tehdit oluşturabileceğini söyleyen araştırmacılar, sadece sınırlı sayıda antibiyotiğin çeşitli patojenlere karşı etkili olduğunu açıkladılar. Yeni antibiyotiklerin gelişiminin uzun sürdüğünü belirten araştırmacılar, yeni antimikrobiyal ajanlar için acil antibiyotik ihtiyacı bulunduğunu ifade ettiler.

    Ayrıca, araştırmanın son birkaç yıl içinde azalan arı popülasyonunun korunması bakımından da faydalı olacağı açıklandı.

    Kaynak: http://www.kadincabulten.com/news.php?readmore=1738

    * İşte de sağlıklı beslenme

    http://www.mensfitness.com/images/mf/209577/13081.jpg  
    İşte de sağlıklı beslenme

    Dengesiz mesai saatleri ve yorucu, uzun çalışma koşulları nedeni ile ofiste dengeli beslenmek oldukça zahmetli olabiliyor.


    Günlük hareketlerimizin azalması ve masa başı çalışma koşulları kilo almamıza ve vücut yağımızın artmasına neden oluyor. Oysaki vücudumuzu korumanın birinci yolu yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlamamızdan geçiyor. Peki çalışırken hem formumuzu korumak, hem de sağlıklı bir yaşama sahip olmak için nelere yapmalıyız?

    Kahvaltıyı atlamayın
    Kahvaltının önemini hepimiz biliyoruz! Sabah erken kalkıp işe yetişme telaşı içinde atlanan kahvaltı güne enerjisiz başlanmasına neden oluyor. Acıbadem Maslak Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Aksu “Kahvaltı yapılsa da kalitesi kötü, kalori ve yağ oranı yüksek poğaça, açma, simit gibi kolayca ulaşılabilen besinlerin tercih edilmesi kilo dengesinin korunmasını zorlaştırıyor” diyor. Ancak kahvaltı, güne daha zinde ve sağlıklı başlanmasına, hayat akışına uyum sağlamaya ve performansın artarak, daha enerjik olunmasına katkıda bulunuyor. 

    Şekerdeki dengesizlik yeme nöbeti yaratıyor 
    Kan şekerindeki dengesizlik, iştah kontrolünde problem yaratıyor. Kan şekerini düzenlemek, kişinin kendine hakim olmasını da kolaylaştırıyor. Kan şekeri dengesinin bozulması yeme nöbetlerinin gelişmesine, kontrolsüz yeme davranışının başlamasına neden oluyor. Öğün atlamak bu açıdan tüm dengeleri altüst ediyor. 

    Kan şekeri düşüp, açlık başladığında beyinsel fonksiyonlarda da azalma görülüyor. Konsantrasyon bozuluyor ve zihinsel beceriler yavaşlıyor. Bu nedenle 2,5 – 3 saatlik aralarla beslenmek, öğün aralarının 5 saati aşmamasına özen göstermek gerekiyor. Ara öğünler için meyve, kepekli bisküvi, küçük kepekli bir sandviç veya tost, kuru meyveler, kontrollü miktarda fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar, meyveli veya probiyotik yoğurtlar, süt, salep ve ayran tercih edilebilir. 

    Posasız beslenme kan yağlarını yükseltiyor 
    Posa–lif tüketimi tokluk süresini artırırken, sürekli oturulduğu için gelişebilecek olan kabızlık problemini de en aza indirmeye yardımcı oluyor. Posasız beslenme hem vücut hem de kan yağlarının artmasına yol açıyor. Gün içinde tüketilen sebze–meyve miktarını artırmaya, haftada 2-3 kere baklagil yemeye, beyaz ekmek yerine esmer ekmek, pirinç yerine bulgur tüketmeye özen göstererek, alınan posalı besin miktarının çoğaltılması gerekiyor. 

    Fazla çay ve kahve su istediğini azaltıyor 
    Özellikle masa başı çalışırken sıkıldıkça içilen ya da konuklara ikram ederken eşlik etmek için içilen çay, kahve ve gazlı içecekler su içme isteğini azaltıyor. Diüretik etki göstererek vücudun su dengesini bozuyor. Su seviyesinin azalması ile yorgunluk, baş ağrısı ve dikkat problemi yaşanıyor. Bitki çayları, süt, ayran, taze sıkılmış meyve suyu, maden suyu miktarları çok artırılmamak şartı ile tercih edilebilir. Kahve veya çay tüketmek istendiğinde tam süt ile yapılan kahve, limonlu soğuk çay veya yeşil çay içilebilir. 

    Haftada bir gün sütlü tatlıya izin var… 
    Ofisteki doğum günü partileri, özel davetler, konukların getirdiği tatlı, yaş pasta gibi ağır abur cuburlar da günlük aldığımız boş kalori miktarını artırıyor. Tatlı yiyecekler çok istendiğinde, meyve tatlısı veya sütlü tatlılar ara öğün olarak haftada bir defa tüketilebilir. 

    Ofis içi egzersizle enerjinizi arttırın! 
    Ofis içi egzersiz, kemik yoğunluğunun korunması açısından önem taşıyor. Böylece metabolizma hızı artıyor ve dinç, dinamik vücut sayesinde verimli çalışma sağlanıyor. Yemeğe giderken yürümek veya yemek sonrası kısa mesafeli yürüyüşler yapmak, ofis içinde asansör yerine merdiveni tercih etmek bile harcanan enerjiyi artırıyor. Orta şiddette haftada 150 dakika yürümek öneriliyor. Sağlıklı bir bireyin gün içinde 10 bin adım atması gerekiyor. Ofiste her saat başında iki defa yapılan esneklik egzersizleri de idealdir. 

    Kaynak: pudra.com

    20100921

    * Prostat kanseri - Bu hastalık erkekleri utandırıyor

    Bu hastalık erkekleri utandırıyor

    Türkiye'de erkeklerde görülen kanserler arasında ikinci sırada yer almasının nedeni prostat muayenesinden utanılması...
    Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ziya Kırkalı, Türk erkeklerinin muayeneden çekinmesi nedeniyle prostat kanserinin teşhisinde geç kalınabildiğini belirterek, “Kocasını seven kadın, 40 yaşını geçen eşini prostat muayenesine yönlendirmeli” dedi.
    Prof. Dr. Kırkalı, erkeklerde sıklıkla görülen prostat hastalıklarının, genç yaşlarda iltihaplanma, ileri yaşlarda ise büyüme ve kanser biçiminde kendini gösterdiğini söyledi.
    Prostat hastalıklarının Türkiye'deki öneminin, toplumun yaşlanmasına bağlı olarak her geçen gün arttığına işaret eden Prof. Dr. Kırkalı, “Hayat standardı ve yaşam kalitesi arttıkça toplum da yaşlanıyor. Dolayısıyla prostat kanserinin görülmesi, Türkiye'de artmaya başladı. Bu konuda Türkiye'nin şansı, insanların Akdeniz diyeti tipi beslenme alışkanlığına sahip olması. Ancak fast-food tarzı beslenmenin yaygınlaşması önemli bir sorun” diye konuştu.

    Gelişmiş batı ülkelerinde, her 6 erkekten birinde prostat kanseri görüldüğünü, erkeklerin tamamına yakınında ise yaşlanmaya bağlı iyi huylu büyümeye ait şikayetler meydana geldiğini dile getiren Prof. Dr. Kırkalı, şöyle konuştu:

    “En çok korktuğumuz hastalık prostat kanseri, çünkü kanser herhangi bir şikayet vermiyor. Şikayet görüldüğü zaman da genellikle yayılmış ya da tedavi sınırlarını aşmış konuma gelmiş oluyor. Prostat Spesifik Antijen (PSA) testi ve elle muayene ile tanı konulur. Şikayeti olsun olmasın, her erkeğin 40 yaşından sonra mutlaka kontrole girmesi gerekiyor. Ailesinde prostat kanseri olan erkekler, kontrole erken başlamalı. Hastalık erken yakalandığı zaman yüzde 100'e yakın tedavi edilebiliyor. Prostat kanseri, Türkiye'de giderek artmasına karşın, ülke geneline ilişkin rakamlar henüz çok sağlıklı değil.”
    “ERKEKLERİN DOKTORDAN KAÇMASI”
    Prof. Dr. Kırkalı, prostat kanserinin, Türkiye'de erkeklerde görülen kanserler arasında ikinci sırada yer aldığını belirterek, Türk erkeklerinin prostat muayenesinden uzak durduklarını ifade etti.
    Prof. Dr. Kırkalı, “Erkeklerin tanıdan ve doktordan kaçması, Türkiye'de çok ağır ve belirgin. Hastalığın tanısı, parmakla makattan muayene ile konuluyor. Kadınlar jinekoloğa çok yoğun gidiyor, düzenli kontrol yaptırıyorlar, ama erkekler maalesef bundan kaçıyor” dedi.
    Bu konuda toplumu bilinçlendirmek amacıyla yaptıkları çalışmalarda ağırlıkla kadınlara seslendiklerini ifade eden Prof. Dr. Kırkalı, kocasını seven kadınların, 40 yaşını geçen eşini mutlaka muayeneye yönlendirmesi gerektiğini kaydetti.
    Prof. Dr. Kırkalı, dünyanın gelişmiş veya gelişmemiş bütün ülkelerinde kadın ömrünün, erkek ömrüne göre daha uzun olduğuna işaret ederek, “Çünkü yapılan araştırmalara göre, kadınlar doktora daha sık gidiyor, daha çok muayene oluyor. Aynı olanaklar, eşit koşullarda herkese sunulmasına karşın, erkek muayeneden ve kontrolden kaçıyor” diye konuştu.
    Prof. Dr. Kırkalı, hastalıkların, sadece cinsiyet ayrımından değil, kişilerin duyarsızlığından da ilerlediğini vurguladı.
    “SORUNLARINI KONUŞAMIYORLAR”
    Kanser hastaları arasındaki iletişimin önem taşıdığını kaydeden Prof. Dr. Kırkalı, meme kanseri hastalarının bir araya gelerek sorunlarını ve deneyimlerini paylaşmaları amacıyla hayata geçirilmiş aktif gruplardan Avrupa Meme Kanseri Koalisyonu (Europa Donna) örneğinden yola çıkılarak, 2002 yılında Avrupa Prostat Kanseri Koalisyonu'nun (Europa Uomo) hayata geçirildiğini hatırlattı.
    Benzer destek gruplarının, ABD ve Avrupa ülkelerinde yaygın olarak faaliyet gösterdiğini belirten Prof. Dr. Kırkalı, Europa Uomo'nun benzerini Türkiye'de kurmak istediklerini, ancak Türk erkeklerinin prostat kanserini paylaşmak ve gündeme getirmek istemediklerini vurguladı.
    Prof. Dr. Kırkalı, erkeklerin sessiz kalmak istemelerinin altında çeşitli nedenler yattığını ifade ederek, şöyle devam etti:
    “Erkekler için cinsel konular halen çok mahrem, konuşulması ve paylaşılması istenmeyen konular. Ayrıca prostat kanserlerinde yapılan ameliyatların yan etkileri arasında sertleşmeyle ilgili sorunlar bulunuyor ve çoğu insan bunu dile getirmek istemiyor. Halbuki bugün sinir koruyucu tekniklerle ameliyattan sonra cinsel fonksiyonların da korunabilmesi mümkün. Ancak Türk erkeği bundan korkuyor, kaçıyor. Bu durum Türkiye'ye özgü, çünkü batı toplumlarında prostat kanseri tedavisi olan insanlar bir araya geliyor, destek grupları oluşturuyorlar.”
    Prostat ameliyatlarının ardından bazı hastalarda idrar kaçırmanın da görülebildiğine dikkati çeken Prof. Dr. Kırkalı, “Az veya çok idrar kaçırmanın, abdest almayı ve namaz kılmayı engelleyeceğini düşünenler olabiliyor. Ama ibadeti yapabilmek için önce sağ olmak lazım. İyi huylu prostat büyümesinin farklı tedavi yöntemleri var. Hastaların idrar yapmaya ilişkin sıkıntıları aşılabilir” şeklinde konuştu. 


    http://fanatik.ekolay.net/Bu-hastalik-erkekleri-utandiriyor_3_Detail_405_195251.htm#

    20100919

    * Elma'nın yararları

    Kolesterol düşürücü
    Kolesterol düşürücü elma, posa ve antioksidan maddeleri içeren çok değerli bir meyve. Her posalı yiyecek gibi kolesterolü iki yoldan doğal olarak düşürüyor.


    Elma yemeniz için birçok neden var
    Elmanın verdiği enerji 100 gramda 54 kalori. Bu enerji yağdan değil, meyve şekeri ve organizma tarafından ağır olarak sindirilen şekerden geliyor. En besleyici meyvelerden olan elmanın onlarca faydası var. İşte en önemli faydaları: 

    Kabızlığı önlüyor
    Kabızlık, kalın bağırsak kanserinin en önemli sebeplerinden biri. Bilim insanları, elmanın içerdiği antioksidanların kanseri önlediğini belirtiyor. 

    http://fotoanaliz.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=39935&p=1&rid=4369&hid=15806633

    * B vitamini beyninizi gençleştirir - Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU

     

    Prof. Dr. Osman MÜFTÜOĞLU



    B vitamini beyninizi gençleştirir



    Bizi yaşlanmaktan ürküten şeylerin başında bellek gücümüzün azalması gelir. İşimiz gücümüz aksayacak, bakıma muhtaç hale geleceğiz diye düşündükçe telaşımız, kaygımız artar! Kısacası “bellek kaybı”, korkutucu bir işarettir. Oysa folik asit, B6 ve B12 vitaminleriyle yapılan destek, özellikle yüksek dozda B vitamini, beyinde yaşlılığa bağlı küçülmeyi azaltıyor.

    ARAŞTIRMALAR yaşlı insanların en az yarısının belleği için endişelendiğini gösteriyor. Aynı korku biz doktorlar için de söz konusu! Yakın zamana kadar biz de yaşa bağlı bellek kaybına uğramış bir hastayla karşılaştığımızda, bellek bozukluğunu tedavi etmeyi düşünmenin yel değirmenine savaş açmakla aynı şey olduğunu düşünürdük. Ama son yıllarda çok şey gibi bu konudaki düşüncelerimiz de değişti. Yaşlanmaya bağlı bellek kaybının yaşlanmanın normal bir parçası olduğunu biliyor, mücadeleyi “çok yönlü” yürütüyoruz.

    İşi oluruna bırakmayın
    Siz yaşlandıkça görmenizin zayıflayıp işitmenizin azalması, cildinizin kırışıp saçlarınızın beyazlaması ne kadar normalse makul derecede bir bellek kaybı da o kadar normal bir şeydir, yaşa bağlı bellek kaybı bir hastalık olmaktan çok beynin yapısı ve fonksiyonlarında yaşın ilerlemesiyle ortaya çıkan doğal değişimlerin beklenen bir sonucudur.
    Yine de işi oluruna bırakmamak, bazı önlemlerle bellek kaybını yavaşlatmak mümkün olabiliyor. Daha da önemlisi ister bunamaya ister Alzheimer hastalığına bağlı olsun ilerleyici yaşlılıkla ilgili bellek kaybında yapılabilecek şeylerin olabildiği anlaşılıyor.
     
    B6, B12, folik asit ve Omega-3
    Bellek bozukluklarıyla mücadelede vitamin ve diğer desteklerin kullanımının etkinliği konusunda doktorlar arasında ciddi görüş ayrılıkları var.

    Ben doğal desteklerden özellikle de B vitaminleri ve omega-3 yağlarından faydalanılması gerektiğini düşünenlerdenim. Özellikle B vitaminlerinin bu konuda işe yarayacağından hiç kuşku duymadım. Folik asit, B6 ve B12 vitaminlerinin hem sinir hücrelerinin korunmasında hem de bellek kaybını hızlandırabilen homosistein isimli maddenin azaltılmasında faydalı olabileceği kanaatindeyim (homosistein kanda dolaşan bir aminoasittir ve miktarı çok fazla olduğu zaman inme, bellek kaybı, kalp damar hastalığı gibi riskleri tetikler). Gazete yazıları televizyon programları ve kitaplarımda bunlardan faydalanmayı tavsiye ettim. Bunlarla da yetinmeyip omega-3 desteği kullanmayı da önerdim.

    OXFORD ÇALIŞMASI
    İNGİLTERE’de Oxford Üniversitesi tarafından yürütülen bir çalışmada, orta düzeyde hafıza kaybı yaşayan yaşlılarda folik asit, B6 ve B12 vitaminleriyle yapılan destek tedavisinin faydalı sonuçlar verebileceğini gösteren sonuçlara ulaşıldı. Yüksek dozda B vitamini verilen yaşlılarda beyinde yaşlılığa bağlı küçülme oranı daha az bulundu. Bilindiği gibi altmış yaşın üzerinde beyin her yıl ortalama % 0,5 oranında küçülüyor. Bu küçülme Alzheimer hastalarında % 2,5’a kadar çıkabiliyor.

    NE YAPMALI?
    B-12 vitamini beynin sütüdür
    YAŞLILARDA B12 vitamini eksikliği yaygın bir sorun. Çoğu yaşlı bu nedenle bellek zayıflamasından ve yorgunluk-bitkinlikten yakınır. Hatta genç yaşlarda bile ilerlemiş B12 noksanlığı uzun sürerse bellek kaybına yol açar. Bbellek kaybı başlayan yaşlılarda erken dönemde folik asit, B6 ve B12 vitamini desteklerine başlamakta fayda var. Hatta birlikte omega-3 desteği kullanmayı da düşünmek lazım.

    B12 vitamini Günde 5-6 miligram
    2007 Temmuzunda bu köşede yayınlanan bir yazımda da aynı konuyu işlemiş ve bellek sorunu hissetmeye başlayan yaşlıları düzenli olarak günde 400 mikrogram folik asit, 1-2 mg B6 vitamini, 5-6 mg B12 vitamini desteği vermenin uygun olacağını yazmış, B12 vitaminini “beynin sütü” gibi de değerlendirdiğimi belirtmiştim. Bu önerimi bugün de tekrarlıyorum.

    Depresyonun bedende verdiği işaretlere dikkat
    DEPRESYON son yılların popüler sağlık problemlerinden biri oldu. Eskiye oranla daha sık görüldüğü de biliniyor. Sorun kadınları daha fazla ilgilendiriyor. Depresyonun duygusal-ruhsal işaretlerini pek çoğumuz biliyoruz ama hastalık bedensel belirtilerle de ortaya çıkabiliyor. İşte bazı bedensel işaretleri:
    -  Yeni başlayan sırt ağrısı, migren benzeri baş ağrıları, gezici kas ve eklem ağrıları.
    -  Erken uyanma, sık bölünen gece uykuları.
    -  İştah değişiklikleri. Depresyon bazen iştah artışına yol açarken diğerlerinde iştahsızlık yapabilir.
    -  İnatçı göğüs ağrıları.

    Sindirim ‘alarm’ verir
    -  Bilhassa eforla ilişkisi olmayan yani istirahat halindeyken de ortaya çıkabilen göğüs ağrıları, çarpıntı, ritim bozuklukları.
    -  Dengesizlik, kulak çınlaması, bulantı gibi yakınmalar.
    -  Şişkinlik, gaz, ishal, kabızlık, reflü gibi şikâyetlerin geri planında da depresyon saptanabilir.

    Diyet-prostat kanseri bağlantısı
    PROSTAT kanseri riski yiyeceklerle azalıp artabiliyor. Mesela doymuş yağlardan zengin beslenmek riskli bir durum. Doymuş yağlar özellikle hayvansal yiyeceklerle kazanılıyor, en çok da tam yağlı süt ve süt ürünleri yağlı etler tereyağı iç ve kuyruk yağı ile vücuda giriyor. Ayrıca bazı bitkisel yağlar doymuş yağlardan oldukça zengin. Mesela palmiye yağı.
     
    Balık-domates
    Uzmanlar omega-3 yağlarından zengin beslenmenin prostat kanserinden korunmada etkili olabileceğini söylüyor. Belki de bu nedenle balık tüketimi yüksek olan bölgelerde prostat kanserine yakalanma sıklığı düşüyor. Benzer şekilde likopen adı verilen antioksidan karetenoidin de ciddi bir koruma sağlayabileceği anlaşılıyor. Likopen daha çok domates ve domates ürünlerinde bulunan bir kırmızı mucize. Domates biraz ısıtılırsa ezilip parçalanırsa daha çok likopen ortaya çıkıyor. Ketçap, domates çorbası ve salçada da bol miktarda var. Likopenin karpuz ve pembe greyfurtta da bulunduğu aklınızda olsun.

    Bol sebze ve meyve
    Bazı çalışmalar, genel olarak sebze ve meyveden fakir beslenenlerde prostat kanseri sıklığının daha yüksek olduğunu göstermiş. Ayrıca selenyumdan zengin bir diyetin de koruyucu olabileceğini ileri sürenler var. Selenyum bakliyat grubu yiyeceklerde tahıllarda balıketinde bulunan bir mineral. Kalsiyumdan zengin beslenenlerde de prostat kanseri sıklığı azalıyor. Yani yoğurdu sofradan eksik etmeyin.

    Sık sık başınız ağrıyorsa
    ÜNLÜ tıp sitesi Web-MD de gözüme çarpan basit ama önemli bir noktayı size aktarmak istedim: Ağrılar günümüz insanının en önemli sorunların biri. Farkında değiliz ama çoğumuz bu ağrıları ya kendimiz yaratıyor ya da davet ediyoruz. Baş ağrılarının en sık görüleni migren atakları. Baş ağrıları özellikle migren tipi ağrılar yiyecek içeceklerden de kaynaklanabiliyor. Baş ağrısına yol açan diğer bazı nedenler şöyle:
    -  Seks de ağrı yapar
    -  Peynir ve benzeri bazı gıdalar, alkollü içecekler.
    -  Bazı parfüm kokuları, uykusuzluk, sıcak hava, seks yapmak.
    -  Telefonda uzun süre konuşurken boynunuzun aldığı pozisyon, yanlış yastıklar, bilgisayar  başında geçirilen uzun saatler.
    -  Göz yorgunluğu (özellikle fark edilmemiş miyop, astigmat gibi problemler).
    -  Gece uyku esnasında aşırı diş sıkma, uzun süre aç kalmak.

    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15820135.asp?yazarid=95

    20100915

    * Kavun'un yararları

    Kavun

    http://www.tarimsal.net/wp-content/uploads/2008/09/kavun.jpg
    Kavun (Cucumis Melo), kabakgillerden sürüngen gövdeli bitki türü ve bu bitkinin iri meyvesidir. Bir yıllık otsu bir bitkidir. Sürüngen gövdesi metrelerce uzayabilir. Yaprakları yürek biçiminde iridir. Bir eşeyli ve bir evcikli çiçekleri yaprakların koltukaltından çıkar. Türüne ve çeşidine göre kalın kabuklu iri meyvesinin içi etli, sulu ve bol çekirdeklidir. Anayurdu ortaasya İran ve Anadoludur. Türkiye'de yetişen başlıca türleri topatan, hasanbey, van kavunu, altın baş gibi yerel tipleri yanısıra pek çok yerli ve yabancı hibrit çeşitleri de kullanılmaktadır. Meyveler ile ilgili bu madde bir taslaktır. Maddenin içeriğini genişleterek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.  
    KAVUN, KALP KRİZİNİ ÖNLÜYOR: Yazın vazgeçilmez meyvelerinden olan kavun, sağlık açısından son derece yararlı. Uzmanlar, aç karnına yenilmesi gereken kavunun
    • endişe ve uykusuzluğa iyi geldiğini, 
    • kansızlığı giderdiğini, 
    • sindirim sisteminin ilacı 
    olduğunu ifade etti. Kavundaki vitaminlerin vücut stresini azalttığı ve kanı temizleyip kalp krizini önlediği bildirildi. Yazın vazgeçilmez meyvelerinden olan kavun, sağlık açısından son derece yararlı. A vitamini ve madeni maddeler içeren kavunun, doğal bir antioksidan olduğu açıklandı. Uzmanlar, aç karnına yenilmesi gereken kavunun endişe ve uykusuzluğa iyi geldiğini, kansızlığı giderdiğini, sindirim sisteminin ilacı olduğunu, karaciğer tıkanıklığını önlediğini ve kalp krizi riskini azalttığını ifade etti. Bir kavunun yarısının insan vücudunun günlük C vitamini ihtiyacının tamamını, A vitaminin de yüzde 15'ini karşıladığı, kalp ve böbrek hastaları diyetlerinde sıkça kullanılan bir meyve olduğunu belirten uzmanlar, yaz meyvesi olan kavunun faydalarını şöyle sıraladı:
    • "B vitamini, brom ve iyot içeren kavun, sinirleri yatıştırıyor ve kanı temizliyor. Kavun, kalp ve böbrek hastalarının diyetlerinde sıkça kullanılan bir meyve. Endişe ve uykusuzluğa da iyi geliyor."
    • Kolay bir uyku sağlamanın yanı sıra 
    • damar tıkanıklığı ve kansızlık için de öneriliyor. 
    • Açık renkli ve düz kabuklu 'bal kavunu' iyi bir C, A vitamini, potasyum ve çinko kaynağı olarak en değerliler arasında yer alıyor. 
    • Cildi kuru olanlar için 1 ölçü süt, 1 ölçü kavun suyu ve 1 ölçü su ile hazırlanan karışım, iyi sonuç veriyor. 
    • Meyve salataları, pasta ve tartoletlerde bol bol kullanarak hem lezzetinden hem de besin değerinden yararlanılabilir. 
    Kavunun kesildikten hemen sonra tüketilmesi gerektiği de kaydedildi...
     kavun resimleri

    * Böğürtlenin en önemli faydaları (BLACKBERRY)


    Böğürtlenin en önemli faydaları
    Harika renkleri ve nefis tatlarıyla hemen herkesin sevdiği böğürtlenler, neredeyse her derde deva. Üstelik de tam zamanı. İşte böğürtlenin mucizevi faydaları...
    http://yabanicilek.com/wp-content/uploads/2010/05/B%C3%B6%C4%9F%C3%BCrtlen.jpg

    Düzenli yenen böğürtlen yaşlılıktan kaynaklanan hafıza kayıplarını önlüyor. 

    Kökleri kaynatılarak suyu içilirse böbrek kumunun ve taşlarının düşmesine yardımcı olur.  

    Göğüs ve solunum
    Böğürtlenden şurup ve reçel de yapılır. Şurubu göğüs ve solunum yolları rahatsızlıklarında oldukça yararlıdır.

    Yara
    Böğürtlen yaralara sürülürse iyileşmelerini kolaylaştırır. 


    Vücut temizlenmesi
    İyi bir antioksidandır. Vücuttaki zararlı maddelerin temizlenmesine yardımcı olur. 

    Tansiyon
    Tansiyonu düşürür ve bedeni güçlendirir. 

    Kabızlık
    Olgun böğürtlen idrar söktürücüdür ve kabızlığa iyi gelir. 

    Zayıflamak
    Tok tutan bir meyve olan böğürtlen zayıflamak isteyenler için de bire bir.

    Ağız yaraları
    Ağız yaralarında, gerek taze ve gerekse kurutulmuş 20 gram böğürtlen yaprağı 1 litre suda haşlanırsa, bu çay ağız yaraları için çok faydalıdır. 

    İshal
    Böğürtlenin sıkılarak elde edilen suyuda ishallerde çok faydalıdır. Ancak böğürtlen suyu saklanamaz taze içmek gerekir. Saklanırsa sirkeleşir. 


    Ayak yorgunluğu
    Ayak yorgunluklarında, böğürtlenin sürgünleri ve kökleri 100 grama 1 litre su ölçüsüyle kaynatılırsa, ılıyınca ayak banyosu olarak kullanılabilir. Ayak yorgunluklarına çok iyi gelir. 

    Eller
    Güzellik için, böğürtlen çiçekleri ise 50 grama bir 1 litre su ölçüsü ile kaynatıldığı zaman, elde edilecek bu şifalı su eller için çok iyi bir güzellik losyonudur.

    Kanser
    Her gün yenen bir avuç böğürtlen kanserden korur. Yapılan araştırmalar böğürtlenin, bünyesinde barındırdığı antioksidanların bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser türlerine karşı koruyucu etkisi olduğunu ortaya çıkarmıştır. 


    Kan şekeri
    Kanı incelterek kan şekerini dengeleyen böğürtlen, diyabet rahatsızlıkları olan hastalar için önemli bir şifa kaynağı.

    Gargara
    Yaprakları kaynatılarak suyu ile gargara yapılırsa, diş eti ve bademciklerdeki iltihaplara iyi gelir.

    Kan temizleme
    Kurutulmuş yapraklarından yapılan şurubunun kanı temizleyici etkisi de var. Bu şurup öksürüğü olanlara da iyi geliyor. 
















    20100912

    * Dr. Mehmet Öz'den Sağlık yazıları....

    Dr. Mehmet Öz